Güncel,Haber,Dizi,Fragman,Resim,Magazin,Sağlık,Müzik gibi Konuların Paylaşıldıgı Web Günlüğüdür.
30 Kasım 2010 Salı
Wıkıleaks Belgeleri Türkçe Wıkıleaks Belgeleri Türkçe oku
Wikileaks tarafından yayınlanan ABD kaynaklı belgelerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bazı AKP'liler hakkında eleştirilere de yer veriliyor. Söz konusu ifadelerden bazıları şöyle:
"30 Aralık 2004, ABD Ankara Büyükelçiliği'nden: Erdoğan, AB'nin iktidar koridorlarında, yarı profesyonel futbolcu edası ve bir dalkavuk "danışman phalanx"ı ile yürürken, Avrupa'da yılın liderliğine aday gibi görünüyordu. Gelecek onyılda hesaba katılması gerekecek bir lider. Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerinin başlatan adam. Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili 30 yıl boyunca donmuş politikasını çözen, büyük insan hakları reformlarını parlamentodan geçirip anayasayı değiştiren kişi.
Popülizme kurban gitse de hitabet yeteneği geleneksel ve dini imaları anımsatan sözler, hem merkez hem kent dışında derinden çınlıyor. Halkın kürsüsünde büyük bir popülerlikle kalan, uygun ve görülebilir bir rakibi olmayan kişi... AKP dışında.
25 Mart 2005, ABD Ankara Büyükelçiliği'nden: AKP içinde daha ideolojik olan Başbakan Yardımcısı/Dışişleri Bakanı Gül, perde arkası entrikalar çevirmeye devam ediyor, özellikle de Erdoğan'ın junket (sözde iş yolculuğu) gezilerinde. Gül, Erdoğan'ı zayıflatmayı ve partinin kontrolünü almayı dener gibi görünüyor. Erdoğan'ın gelişiyle bırakmak durumunda kaldığı Başbakanlığı yeniden umuyor olabilir. Görece güzel İngilizcesiyle Gül, "ılımlı' ve "modern' bir imaj üretmek için çalışıyor. Gerçekte Gül'ün yaşıtları, kendisinin Erdoğan'dan çok daha Batı karşıtı ideolojiye sahip olduğunu söylüyorlar. Ancak şunu anlıyoruz, Gül ve bir grup benzer düşünceli milletvekili ve gazeteciler anti Amerikan davranışların körüklenmesini seyrediyorlar, İslami/Sünni dayanışma duygularıyla hareket eden Erdoğan'a yetişmek için.
-PRAGMATİKLER AKP'NİN BATIYA AÇILAN YÜZÜ-
8 Aralık 2005, ABD Ankara Büyükelçiliği: AKP'nin pragmatik milletvekilleri İngilizce konuşuyor, dışarıda eğitim görmüşve meslektaşlarından daha iyi seyahatlere çıkma eğiliminde. Çoğunlukla büyük kozmopolitan alanlardan özellikle de Ankara ve İstanbul'dan geliyorlar, bir bölümü daha önceki Anap'ın üyesi.
Zaman zaman olarak yabancılarla diyaloğu gerektiren genel başkan yardımcılıkları koltuklarından beşi pragmatik kanattan: Bülent Gedikli, Reha Denemeç ve Şaban Dişli. Tümü ABD eğitimli ve İstanbul ya da Ankara'yı temsil ediyorlar. Aynısı pragmatik Erdoğan'a Avrupa ve ABD gezilerinde eşlik eden, çevirmeni ve dış politika danışmanı Egemen Bağış için de geçerli.
Pragmatik milletvekilleri AKP'nin yabancılara sık sık en görünen yüzü olsalar da, AKP'nin içinden dindar ve milliyetçi meslektaşlarından daha az etkilidirler. 2005'in ilk aylarında, AKP'nin ılımlıları arasında bir hayal kırıklığı işareti ortaya çıktı, AKP'Den ayrılıp Anap'a gidenler oldu. Kültür Bakanı Mumcu, AKP'nin istifa eden en üst düzeydeki profili Anap'ın başkanı oldu, AKP'de kendisini sadece misafir olarak hissettiğini açıkladı.
Pragmatistleri kaybetmesi Erdoğan'ı rahatsız edebilir. AKP'nin şemsiye imajı ABD ve Avrupa'da iyi işliyor, AKP'nin pragmatistleri İstanbul ve Ankara'nın elitleriyle bağlantıları var. Bu milletvekilleri AKP'nin ABD'ye en dostça yüzleridir ve AB'ye müzakere için gerekli olan liberal siyasi ve açık piyasa ekonomik reformlara en açık olanlardır.
AKP parlamenterleri siyasetleri itibarıyla ayrılırlar ancak kişisel fay hatları ideolojik olanla kesişiyor. Erdoğan AKP'yi bir arada tutan tutkal; Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu sırada yanında bulunan bir kitle onu ulusal seviyede de izledi. Bunların içinde Maliye Bakanı, Unakıtan, Ulaştırma Bakanı Yıldırım, Devlet Bakanı Çubukçu, AKP meclis yöneticisi İrfan Gündüz ve Hüseyin Besli var. Tümü kişisel olarak dindar ya da Çubukçu'nun durumunda olduğu gibi en azından partinin dindar kanadını destekliyor. Bir kadın olan Çubukçu, Erdoğan'ın 2004 yılında gündeme getirdiği zinanın yeniden suç olmasına yönelik teklifi destekleyen birkaç milletvekilinden biriydi.
AKP'nin çoğunlukla güneydoğudan gelen 60 milletvekili Kürt kökenli. Dengir Mir Fırat AKP'nin en görünür Kürt milletvekili. AKP'ye katılan ve seçilen milletvekilleri dindar eğilimli, tüm Müslümanlar arasındaki ortak bağları Kürt milliyetçiliği üzerinde tuttuklarını vurguluyorlar. Eski bir Kürt kökenli dindar milletvekili, AKP'in Kürt milletvekillerinin Kürt sorunu konusunda aşırı ölçüde pasif olduklarını anlattı.
Taşradan bir AKP yetkilisi bize, AKP'nin dindar kanadını enfekte etmiş Kürt kökenli milletvekilleriyle olan gerilimin, bu kanadı diğer AKP hiziplerine göre zayıflattığını söyledi."(ANKA)
28 Kasım 2010 Pazar
Acun Ilıcalının Sevgilisi Şeyma Subaşı Haberi
Zeynep Ilıcalı, eşi Acun Ilıcalı’nın kendisini 20 yaşında bir kızla aldattığını öne sürerek boşanma davası açtı ve eşinin 50 milyon lira olan mal varlığının yarısını talep etti. Ilıcalı’nın birlikte olduğu genç kızın ise Şeyma Subaşı olduğu öne sürüldü
Ünlü televizyoncu Acun Ilıcalı’nın 7 yıllık eşi Zeynep Ilıcalı’nın “Eşim beni 20 yaşında bir üniversiteliyle aldatıyor” diyerek Beykoz Adliyesi’nde boşanma davası açması gündeme bomba gibi düştü. Her zaman örnek aile yaşamıyla takdir toplayan Ilıcalı’nın eşinin dava dilekçesindeki suçlamalar oldukça şaşırtıcı... Acun Ilıcalı’nın iki kızının annesi Zeynep Ilıcalı avukatı Altın Mimir aracılığıyla mahkemeye sunduğu dilekçede son iki yıldır eşinin “Şöhretin ve zenginliğin bedeli bu” diyerek evlilik birliğinin dışına çıktığını belirtti. Eşinin 2009 yılında yaz aylarında bir üniversite söyleşisinde tanıştığı ve flört etmeye başladığı 20 yaşındaki kızla zaman geçtikçe flört bağlarını güçlendirdiğini iddia eden Ilıcalı’nın avukatının dilekçesinde şu satırlara yer verildi:
“Acun Ilıcalı Eşi Zeynep’le yaşadığı her ortama bu kadını götürmeye başlamış. Kadına son model bir cip almıştır. Müvekkilimiz ve çocuklarını ise hayatının dışına çıkarmıştır. Davalının yaşamış olduğu ilişki müvekkilimize ve tarafların müşterek çocuklarına rağmen bugüne kadar devam etmiştir. Öyle ki davalı bu kadın için çok lüks bir rezidance da garsoniyer tutarak karı-koca ilişkisi yaşamaktadır. Bunun yanı sıra davalının ilişki yaşadığı bayan hakkında manevi tazminat açma hakkımızı saklı tutarız” ifadesine yer verildi. Eşinin yaklaşık 50 milyon dolar olarak beyan ettiği mal varlığına tedbir kararı koyduran Ilıcalı, yasa gereği eşinin üzerine kayıtlı mallarının yüzde 50’sini istedi. Zeynep Ilıcalı ayrıca 10 milyon lira maddi ve manevi tazminat ile aylık 15 bin lira nafaka talep etti.
‘Var Mısın Yok Musun’da yarıştı
Zeynep Ilıcalı’nın eşinin cip alıp garsoniyer tuttuğunu söylediği 20 yaşındaki üniversiteli genç kızın Şeyma Subaşı olduğu iddia edildi. İddiaya göre Subaşı ile flört eden Ilıcalı, genç kıza Maya Rezidans’ta ev tuttu. Ilıcalı’nın eşiyle yaşadığı Beykoz Konakları’ndaki eve de bir süredir gitmediği belirtildi. Şeyma Subaşı iki hafta önce Milliyet Cumartesi’ne verdiği röportajda “Ablam Acun Bey’in şirketinde çalışıyor. Yok Böyle Dans’ın kostümlerini tasarlayacak birilerini aradığını öğrenince Acun beye benden bahsetmiş” açıklamasını yapmıştı. Subaşı Ekim 2009’da “Var Mısın Yok Musun”a da yarışmacı olarak katıldı ve 69 bin TL kazandı.
Acun iddiaları kabul etmedi
Eşinin 50 milyon liralık servetinin yarısını istediği Ilıcalı, son yıllarda Betina Machler, Sibel Can gibi ünlü isimlerin avukatlığını yapan ve yüksek tazminatlı davalardaki başarılı savunmasıyla bilinen Kezban Hatemi ile anlaştı. Eşinin iddialarını kabul etmeyen Ilıcalı, iki kızının ruh sağlığını düşünerek konu hakkında yorum yapmayacağını açıkladı. Avukatı Kezban Hatemi ise “Müvekkil hakkında yayınlanan hukuka aykırı söz konusu haberlerin gizli talepli açılan dava da dikkate alındığında ailenin mahremiyeti ve çocuklarının geleceğinin dikkate alınması gerekmektedir. Müvekkilim ileri sürülen gerçek dışı ve hukuka aykırı iddiaların yasal zemin üzerinde karşılığını bulacağına inanmaktadır” açıklamasını yaptı.
Yolun başı dizisi Oyuncuları Yolun başı dizisi Oyuncu kadrosu
Sinan Albayrak,
Didem İnselel
ve Betül Şahin gibi oyuncularla iki aylık bir cast çalışması sonucu titizlikle seçilen genç bir oyuncu kadrosu eşlik edecek. Dizideki basketbol takımının koçunu ise basketbolun usta ismi Doğan Hakyemez oynayacak.
Oyuncu koçluğunu Süreyya Güzel ve ekibinin yaptığı dizinin basketbol antrenörlüğünü ve dizideki basketbol sahnelerini Efes Pilsen, Galatasaray, Beşiktaş ve Ülker’in koçluğunu yapmış olan ve on yıldır TV yorumculuğu yapan Nejat Sayman üstlenecek
Didem İnselel
ve Betül Şahin gibi oyuncularla iki aylık bir cast çalışması sonucu titizlikle seçilen genç bir oyuncu kadrosu eşlik edecek. Dizideki basketbol takımının koçunu ise basketbolun usta ismi Doğan Hakyemez oynayacak.
Oyuncu koçluğunu Süreyya Güzel ve ekibinin yaptığı dizinin basketbol antrenörlüğünü ve dizideki basketbol sahnelerini Efes Pilsen, Galatasaray, Beşiktaş ve Ülker’in koçluğunu yapmış olan ve on yıldır TV yorumculuğu yapan Nejat Sayman üstlenecek
Acun Ilıcalının Sevgilisi Şeyma Subaşı (Doğru mu Bu haber :s )
Şeyma Subaşı Resimleri Şeyma Subaşı Fotoğrafları
Şeyma Subaşı Resimleri Şeyma Subaşı Fotoğrafları
Şeyma Subaşı'nın ünlü tv yapımcısı Acun Ilıcalı ile yasak aşk yaşadığı iddia ediliyor.Her şey Acun Ilıcalı'nın 7 senelik eşi Zeynep Ilıcalı'nın aldatıldığını söyleyerek boşanma davası
açması ile başladı.Beykoz Adliyesi'nde açılan bu dava magazin gündeminde bomba etkisi yarattı.
Peki kimdir Şeyma Subaşı ?
2 Temmuz 1990 doğumlu olan Subaşı,2008 yılında Miss Turkey yarışmasına katılan güzellerden..16 yaşından beri ünlü tasarımcıların moda defilelerinde boy gösteriyor.Aynı zamanda İstanbul Aydın Üniversitesi Moda Tasarım Programı öğrencisi olan Şeyma ,2009 senesinde Ilıcalı'nın yaptığı Var Mısın Yok Musun ? yarışmasına katıldı ve 69.000 TL kazanarak yarışmadan ayrıldı.Subaşı şu sıralar yine Acun Ilıcalı'nın şirketi olan Acun Medya tarafından yapılan Yok Böyle Dans yarışmasında kostüm tasarımcısı olarak çalışıyor.Yasak aşkın 2009 yılında başladığı , Ilıcalı'nın sevgilisine lüks bir residenceda ev tuttuğu, genç kıza son bir model jeep aldığı , ayrıca yine sevgilisi için ofis kiraladığı öne sürülen iddialar arasında.
Ilıcalı'nın eşi Zeynep Ilıcalı 50 milyon TL'lik servetin yarısını istiyor.Boşanma davası ve Şeyma Subaşı ile yaşadığı iddia edilen yasak aşkı ile Acun Ilıcalı magazin gündemini epeyce meşgul edeceğe benziyor
Şeyma Subaşı Resimleri Şeyma Subaşı Fotoğrafları
Şeyma Subaşı'nın ünlü tv yapımcısı Acun Ilıcalı ile yasak aşk yaşadığı iddia ediliyor.Her şey Acun Ilıcalı'nın 7 senelik eşi Zeynep Ilıcalı'nın aldatıldığını söyleyerek boşanma davası
açması ile başladı.Beykoz Adliyesi'nde açılan bu dava magazin gündeminde bomba etkisi yarattı.
Peki kimdir Şeyma Subaşı ?
2 Temmuz 1990 doğumlu olan Subaşı,2008 yılında Miss Turkey yarışmasına katılan güzellerden..16 yaşından beri ünlü tasarımcıların moda defilelerinde boy gösteriyor.Aynı zamanda İstanbul Aydın Üniversitesi Moda Tasarım Programı öğrencisi olan Şeyma ,2009 senesinde Ilıcalı'nın yaptığı Var Mısın Yok Musun ? yarışmasına katıldı ve 69.000 TL kazanarak yarışmadan ayrıldı.Subaşı şu sıralar yine Acun Ilıcalı'nın şirketi olan Acun Medya tarafından yapılan Yok Böyle Dans yarışmasında kostüm tasarımcısı olarak çalışıyor.Yasak aşkın 2009 yılında başladığı , Ilıcalı'nın sevgilisine lüks bir residenceda ev tuttuğu, genç kıza son bir model jeep aldığı , ayrıca yine sevgilisi için ofis kiraladığı öne sürülen iddialar arasında.
Ilıcalı'nın eşi Zeynep Ilıcalı 50 milyon TL'lik servetin yarısını istiyor.Boşanma davası ve Şeyma Subaşı ile yaşadığı iddia edilen yasak aşkı ile Acun Ilıcalı magazin gündemini epeyce meşgul edeceğe benziyor
27 Kasım 2010 Cumartesi
2010 Kpss Sınav Soruları 28 Kasım Kpss Önlisans Ortaöğretim Sınavı Soruları
2010 Kpss Sınav Soruları 28 Kasım Kpss Önlisans Ortaöğretim Sınavı Soruları
28 Kasım Kpss,28 kpss Sınav Soruları ,28 kasım kpss Cevapları,2010 önlisans kpss soruları,2010 ortaöğretim kpss soruları,
ORTAÖĞRETİM
Genel Yetenek ve Genel Kültür Testleri ve Cevap Anahtarları
ÖNLİSANS
Genel Yetenek ve Genel Kültür Testleri ve Cevap Anahtarları
28 Kasım Kpss,28 kpss Sınav Soruları ,28 kasım kpss Cevapları,2010 önlisans kpss soruları,2010 ortaöğretim kpss soruları,
ORTAÖĞRETİM
Genel Yetenek ve Genel Kültür Testleri ve Cevap Anahtarları
ÖNLİSANS
Genel Yetenek ve Genel Kültür Testleri ve Cevap Anahtarları
26 Kasım 2010 Cuma
Ağla Gözüm Ağla Dinle Ağla Gözüm Ağla Gülme Bugun Hanımın Çiftliği Müziği
Ağla Gözüm Ağla Dinle Ağla Gözüm Ağla Gülme Bugun Hanımın Çiftliği Müziği
Kurtlar Vadisi Leyla Kim ( Çiğdem Batur ) Kv pusu Savcı Kim
Kurtlar Vadisi Pusu Savcı,kv pusu savcı kadın Kim, Çiğdem Batur kimdir,Çiğdem Batur oynadığı diziler,Çiğdem Batur resimleri,Çigdem Batur Biyografisi
Doğum Yeri: Düzce
Doğum Tarihi: 13 Temmuz 1980
Eğitim Durumu: Lisans
oynadıgı diziler : 2006 meteoman
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı, sunucu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Çiğdem Batur, 2000-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğunda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı.
2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, oyunculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Sanatçı aynı zamanda seslendirme çalışmaları yapmaktadır.
25 Kasım 2010 Perşembe
İstanbul Bujiteri Fuarı Nerede istanbul 2010 takı fuarı 25-28 kasım
İstanbul Bujiteri Fuarı Nerede istanbul 2010 takı fuarı 25-28 kasım
İstanbul Bujiteri Fuarı Nerede
Demos Fuarcılık, Türkiye’de ilk defa gerçekleştireceği Bijoux Expo Turkey ile Bijuteri sektörüne yeni bir soluk getiriyor. Sektöre yeni adım atan kurum ve kuruluşlar için kaçırılmaz bir fırsat olarak bilinen ve tüm tedarikçi firmaların bir araya geleceği Bijuteri Moda ve Aksesuarları fuarına ilgi gün geçtikçe artıyor.
Bijoux Expo Turkiye; Türk Bijuteri Moda Aksesuarları pazarı için yeni bir açılım, yeni bir imaj oluşturacaktır. Demos Fuarcılık düzenleneceği ilk yılda dünya'nın her tarafından alıcı ve satıcıyı buluşturacak, Bijuteri Moda ve Aksesuarları Fuarı’nın katılımcı ile ziyaretçilere artı değer katarak ve sektörel büyümeye destek olacağını düşünerek, Türkiye’de ilk Bijuteri Fuarına imzasını atıyor.
Bijuder’inde desteklediği BİJUTERİ MODA VE AKSESUARLARI FUARI 25-28 KASIM 2010 tarihinde bir ilk ile Istanbul Fuar Merkezi Yeşilköy’de görücüye çıkıyor.
Demos Fuarcılık sizleri, şimdiden yoğun ilgi gören ve 25-28 Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi Yeşilköy’de gerçekleştireceği Bijuteri Moda ve Aksesuarları Fuarı’na davet ediyor
İstanbul Bujiteri Fuarı Nerede
Demos Fuarcılık, Türkiye’de ilk defa gerçekleştireceği Bijoux Expo Turkey ile Bijuteri sektörüne yeni bir soluk getiriyor. Sektöre yeni adım atan kurum ve kuruluşlar için kaçırılmaz bir fırsat olarak bilinen ve tüm tedarikçi firmaların bir araya geleceği Bijuteri Moda ve Aksesuarları fuarına ilgi gün geçtikçe artıyor.
Bijoux Expo Turkiye; Türk Bijuteri Moda Aksesuarları pazarı için yeni bir açılım, yeni bir imaj oluşturacaktır. Demos Fuarcılık düzenleneceği ilk yılda dünya'nın her tarafından alıcı ve satıcıyı buluşturacak, Bijuteri Moda ve Aksesuarları Fuarı’nın katılımcı ile ziyaretçilere artı değer katarak ve sektörel büyümeye destek olacağını düşünerek, Türkiye’de ilk Bijuteri Fuarına imzasını atıyor.
Bijuder’inde desteklediği BİJUTERİ MODA VE AKSESUARLARI FUARI 25-28 KASIM 2010 tarihinde bir ilk ile Istanbul Fuar Merkezi Yeşilköy’de görücüye çıkıyor.
Demos Fuarcılık sizleri, şimdiden yoğun ilgi gören ve 25-28 Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi Yeşilköy’de gerçekleştireceği Bijuteri Moda ve Aksesuarları Fuarı’na davet ediyor
23 Kasım 2010 Salı
Sıla Acısada Öldürmez Dinle Acısada Öldürmez 2011 Yepyeni Sılanın tek Şarkısı
Sıla Acısada Öldürmez,acısada öldürmez Dinle, Acısada Öldürmez Facede Paylaş,acısada öldürmez face paylaş
Atatürk'ün okuduğu okulların kronolojik sırası Hangi tarihlerde
Atatürk, eğitim hayatına ilk olarak Mahalle Mektebi’nde başladı. Daha sonra, o zamanki şartlara göre daha modern olan Şemsi Efendi Okulu’na yazıldı. Oradan Selanik’te bu günkü karşılığı ortaokul olan Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne devam etti. Ancak orta öğrenimini burada tamamlamadan Selanik Askeri Rüştiyesi’nin üçüncü sınıfına kayıt yaptırdı. Atatürk Rüştiye’den sonra Selanik Askeri İdadisi’ni ve İstanbul’da da harp okulunu bitirerek harp akademisine girmiş ve başarıyla mezun olarak ordu saflarına katılmıştır.
Sırasıyla Atatürk’ün gittiği okullar, şehirleri ve tarihleri
Mahalle Mektebi (Selanik)
Şemsi Efendi Okulu (Selanik)
Selanik Mülkiye Rüştiyesi ( Selanik)
Selanik Askeri Rüştiyesi : 1893-1895 ( Selanik)
Manastır Askeri İdadisi: 1895-1899 (Manastır Şehri Makedonya)
Harp Okulu: 13 Mart 1899-10 Şubat 1902 (İstanbul)
Harp Akademisi: 1902-11 Ocak 1905 (İstanbul)
Sırasıyla Atatürk’ün gittiği okullar, şehirleri ve tarihleri
Mahalle Mektebi (Selanik)
Şemsi Efendi Okulu (Selanik)
Selanik Mülkiye Rüştiyesi ( Selanik)
Selanik Askeri Rüştiyesi : 1893-1895 ( Selanik)
Manastır Askeri İdadisi: 1895-1899 (Manastır Şehri Makedonya)
Harp Okulu: 13 Mart 1899-10 Şubat 1902 (İstanbul)
Harp Akademisi: 1902-11 Ocak 1905 (İstanbul)
Atatürkün güzel sanatlara verdiği önem
Atatürk ve Sanat
Genç Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu. Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.
Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti. Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde dursaydım, Harbiye'de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım. Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross'un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal'in her şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıl boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk düzeninde görülür. Ama Osmanlı'nın o görkemli fütuhat döneminde Avrupa'nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans'la birlikte Avrupa uyanıp bilim, sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak uyduramayan Osmanlı Devleti'nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı nedense görülmez. Avrupa'da bilimsel düşünüş daha önce başlamış olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa'nın teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini kırabilmiştir”.[1]
M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir ‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır. Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya koymuştur. 1919'da Ankara'da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında Molteke'nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte'ın aynı büyüklükte yarım bir heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet, Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur. Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz giysilerini taşır. [2]
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia'da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal'de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye'de aşma arzusu yaratmıştır.
Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen'i getirterek Ankara'ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923'de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923'de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934'de Ayasofya, 1925'de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926'da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927'de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929'da Kayseri, 1931'de Afyon Müzesi, 1934'de Efes, Diyarbakır, 1935'de Manisa, Silifke, Isparta, 1937'de Dolmabahçe Sarayı'nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.
Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı'yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı'nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik'i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.
Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu'ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus'ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O'na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O'nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda 1929'lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar.[4] Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de çağrılır.[5] Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927'de 4. Ankara Sergisi'nde “Maarif Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl olmuştur.[6] Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet anlayışı ile Büyük Önder'in tavrını kıyaslayabilir misiniz?
Atatürk'ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem vermiştir.[7] Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış, tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923'de Bursa'da yaptığı bir konuşmada, kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca görevleri arasına almıştır.
3 Mart 1924'de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din işleri ve Evkaf Başkanlığı'nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği) ulusun önünü açan M. Kemal'in girişimleriyle, 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1932'de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933'da yapıldıktan sonra 1936'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani “öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır, ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel'in bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi alanı içine girerdi. Türkiye'nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi, heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.[8] O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler, herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya” izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal'e sinsi düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan vazgeçsinler
Genç Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu. Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.
Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti. Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde dursaydım, Harbiye'de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım. Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross'un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal'in her şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıl boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk düzeninde görülür. Ama Osmanlı'nın o görkemli fütuhat döneminde Avrupa'nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans'la birlikte Avrupa uyanıp bilim, sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak uyduramayan Osmanlı Devleti'nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı nedense görülmez. Avrupa'da bilimsel düşünüş daha önce başlamış olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa'nın teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini kırabilmiştir”.[1]
M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir ‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır. Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya koymuştur. 1919'da Ankara'da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında Molteke'nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte'ın aynı büyüklükte yarım bir heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet, Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur. Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz giysilerini taşır. [2]
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia'da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal'de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye'de aşma arzusu yaratmıştır.
Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen'i getirterek Ankara'ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923'de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923'de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934'de Ayasofya, 1925'de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926'da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927'de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929'da Kayseri, 1931'de Afyon Müzesi, 1934'de Efes, Diyarbakır, 1935'de Manisa, Silifke, Isparta, 1937'de Dolmabahçe Sarayı'nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.
Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı'yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı'nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik'i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.
Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu'ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus'ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O'na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O'nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda 1929'lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar.[4] Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de çağrılır.[5] Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927'de 4. Ankara Sergisi'nde “Maarif Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl olmuştur.[6] Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet anlayışı ile Büyük Önder'in tavrını kıyaslayabilir misiniz?
Atatürk'ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem vermiştir.[7] Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış, tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923'de Bursa'da yaptığı bir konuşmada, kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca görevleri arasına almıştır.
3 Mart 1924'de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din işleri ve Evkaf Başkanlığı'nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği) ulusun önünü açan M. Kemal'in girişimleriyle, 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1932'de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933'da yapıldıktan sonra 1936'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani “öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır, ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel'in bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi alanı içine girerdi. Türkiye'nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi, heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.[8] O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler, herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya” izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal'e sinsi düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan vazgeçsinler
Atatürk geometri terimlerindeki değişikliğe neden ihtiyaç duymuştur
Öğrencilerin Arapça ve Farsça terimleri anlamakta zorluk çektiklerini gören Atatürk; ders kitaplarından bu yabancı terimleri temizlemek için bizzat örnek olmuş, 1936-1937 yılları arasında, bu eseri kaleme almıştır.
Atatürk basın milletin müşterek sesidir sözüyle ne anlatmak istemiştir
Atatürk basın milletin müşterek sesidir sözüyle ne anlatmak istemiştir
Basın
Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlıbaşına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir. (1922)
Basın umumî hayatta, siyasî hayatta ve Cumhuriyetin gelişme ve ilerlemelerinde haiz olduğu yüksek vazifeleri anmak isterim.
Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanması ne derece nazik bir vaziyet olduğunu da beyana lüzum görmem. Her türlü kanunî kayıtlardan ziyade bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasî telâkkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin her türlü hususî telâkkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevî mecburiyeti, asıl bu mecburiyettir ki, umumi düzeni temin edebilir. Ancak, bu yolda yanılma ve kusur olsa bile bu kusuru düzeltecek tesirli vasıta, asla mâzide sanıldığı gibi basını kayıtlar altına alan rabıtalar değildir. Bilâkis basın hürriyetinden doğacak mahzurların izale vasıtası da, yine bizzat basın hürriyetidir. (1924)
Basın hürriyetinden doğacak mahzurların izalesi bizzat basın hürriyeti ile kaim olduğuna dair Büyük Meclisin yol gösterici ve olgun sahasında tesbit edilen esaslar eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten mahrum cüret erbabına, basın içinde eşkiyalık fırsatını verirse, eğer aldatıcı ve baştan çıkarıcıların fikir sahasında meş’um tesirleri, tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvaların dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet eşkiyalığın en zararlısına başvuran bu gibi baştan çıkarıcıların kanunların hususî müsaadelerinden faydalanmak imkânını bulursa, Büyük Millet Meclisinin terbiye edici ve kahredici elinin müdahale ve tembih etmesi elbette zaruri olur.
Memlekette Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlâkını taşıyan basını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Bir taraftan geçmiş devirler gazetelerinin ve müntesiplerinin ıslahı imkânsız olanları milletin nazarında belirirken öte taraftan Cumhuriyet basınının temiz ve feyizli sahası genişleyip yükselmektedir. Büyük ve necip milletimizin yeni çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştırıp teşvik edecek işte ancak bu zihniyetteki basın olacaktır. (1925)
Bir insan topluluğunun müşterek ve umumî hisleri ve fikirleri vardır. İnsan topluluklarının kıymetleri, medeniyet dereceleri, arzu ve temayülleri ancak bu umumî his ve fikirlerin ortaya çıkma ve belirtilme derecesiyle anlaşılır. Bir insan topluluğunu sevk ve idare eden insanlar için, insan topluluklarının talihi üzerinde hüküm vermek mevkiinde bulunan dostlar veya düşmanlar için milyar, bu insan topluluğunun efkâr-ı umumîyesinden anlaşılan kabiliyet ve kıymettir. Binaenaleyh milletler, ekâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini tanımak ise hayatın gereklerinin tanzimi için şüphesiz lâzımdır. Bu hususta ise mevcut vasıtaların birincisi ve en mühimi basındır.
Önem ve yüceliği cihan medeniyetinde açıkça kendisi gösteren basına, hükümetimizin birinci derecede önem vermesi; bu hususta sarf edeceği mesaiyi, millete ifa ile mükellef olduğu hayırlı hizmetlerin baş tarafına koyması yüksek Meclisin kesinlikle isteyeceği hususlardandır. (1 Mart 1922)
Neşriyat, suistimallere mâni olur ve hükümet vasıtalarını, vazifelerini doğru yapmaya mecbur eder.
Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adî yalanları yaymada basının kullanıldığı vakıadır. Basın ve fikir hürriyetinin maruz kaldığı başka tehlikelerde vardır. Basının ve hattâ fikir cemiyetlerinin millî hükümetin tesirinden kurtularak siyasî veya iktisadî gizli maksatlara alet olmasından korkulur.
Basının para ile satın alınabilmesi, uluslararası yüksek para âleminin basın üzerinde gizli tesiri veyahut sadece ecnebi devletlerin örtülü ödeneklerinin tesiri, işte bunların kamuoyunu aldatmaları ve yanıltmalarından bilhassa korkulur. Fakat hürriyetten çıkacak bu fenalıklar asla çaresiz değildir.
İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, içtimaî bir müessese haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikrî ve siyasî terbiyesi de bir teminattır. Halk, müteaddit gazeteleri okumaya ve onları birbirleriyle kontrol etmeye alışır.
Bütün bunların üstünde her şeyin olması sayesinde hüsnüniyetin inkişaf edeceğini ve hayatî meseleler üzerinde hüsnüniyet sahibi insanların daima ekseriyet teşkil edeceklerini kabul etmek muvafık olur. Çünkü, her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.
Efendiler, bir toplumun ortak ve genel duyguları, düşünceleri vardır. Toplumların değerleri, uygarlık dereceleri, istek ve eğilimleri ancak bu genel duygu ve düşüncelerin meydana gelmesi ve belirme derecesiyle anlaşılır. Bir toplumu yöneten insanlar için, toplumun talihi üzerinde hüküm vermek durumunda bulunan dostlar veya düşmanlar için ölçü, bu toplumun kamu oyundan anlaşılan yetenek ve değerdir. Öyleyse, milletler, kamu oyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar. Bütün dünya kamu oyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar. Bütün dünya kamu oyunu tanımak ise, hayat nedenlerinin düzenlenmesi için kuşkusuz lâzımdır. Bu konudaki araçların birinci ve en önemlisi basındır.
Basın, hiçbir sebeple baskı ve zorlamaya tabi tutulamaz.
Türk basını milletin gerçek sesinin ve isteminin belirdiği Cumhuriyet etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, anlayış kalesi. Basından bunu beklemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve önemlidir. (Şubat 1924, S.D. II)
Basın
Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlıbaşına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir. (1922)
Basın umumî hayatta, siyasî hayatta ve Cumhuriyetin gelişme ve ilerlemelerinde haiz olduğu yüksek vazifeleri anmak isterim.
Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanması ne derece nazik bir vaziyet olduğunu da beyana lüzum görmem. Her türlü kanunî kayıtlardan ziyade bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasî telâkkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin her türlü hususî telâkkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevî mecburiyeti, asıl bu mecburiyettir ki, umumi düzeni temin edebilir. Ancak, bu yolda yanılma ve kusur olsa bile bu kusuru düzeltecek tesirli vasıta, asla mâzide sanıldığı gibi basını kayıtlar altına alan rabıtalar değildir. Bilâkis basın hürriyetinden doğacak mahzurların izale vasıtası da, yine bizzat basın hürriyetidir. (1924)
Basın hürriyetinden doğacak mahzurların izalesi bizzat basın hürriyeti ile kaim olduğuna dair Büyük Meclisin yol gösterici ve olgun sahasında tesbit edilen esaslar eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten mahrum cüret erbabına, basın içinde eşkiyalık fırsatını verirse, eğer aldatıcı ve baştan çıkarıcıların fikir sahasında meş’um tesirleri, tarlasında çalışan masum vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvaların dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet eşkiyalığın en zararlısına başvuran bu gibi baştan çıkarıcıların kanunların hususî müsaadelerinden faydalanmak imkânını bulursa, Büyük Millet Meclisinin terbiye edici ve kahredici elinin müdahale ve tembih etmesi elbette zaruri olur.
Memlekette Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlâkını taşıyan basını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Bir taraftan geçmiş devirler gazetelerinin ve müntesiplerinin ıslahı imkânsız olanları milletin nazarında belirirken öte taraftan Cumhuriyet basınının temiz ve feyizli sahası genişleyip yükselmektedir. Büyük ve necip milletimizin yeni çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştırıp teşvik edecek işte ancak bu zihniyetteki basın olacaktır. (1925)
Bir insan topluluğunun müşterek ve umumî hisleri ve fikirleri vardır. İnsan topluluklarının kıymetleri, medeniyet dereceleri, arzu ve temayülleri ancak bu umumî his ve fikirlerin ortaya çıkma ve belirtilme derecesiyle anlaşılır. Bir insan topluluğunu sevk ve idare eden insanlar için, insan topluluklarının talihi üzerinde hüküm vermek mevkiinde bulunan dostlar veya düşmanlar için milyar, bu insan topluluğunun efkâr-ı umumîyesinden anlaşılan kabiliyet ve kıymettir. Binaenaleyh milletler, ekâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini tanımak ise hayatın gereklerinin tanzimi için şüphesiz lâzımdır. Bu hususta ise mevcut vasıtaların birincisi ve en mühimi basındır.
Önem ve yüceliği cihan medeniyetinde açıkça kendisi gösteren basına, hükümetimizin birinci derecede önem vermesi; bu hususta sarf edeceği mesaiyi, millete ifa ile mükellef olduğu hayırlı hizmetlerin baş tarafına koyması yüksek Meclisin kesinlikle isteyeceği hususlardandır. (1 Mart 1922)
Neşriyat, suistimallere mâni olur ve hükümet vasıtalarını, vazifelerini doğru yapmaya mecbur eder.
Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adî yalanları yaymada basının kullanıldığı vakıadır. Basın ve fikir hürriyetinin maruz kaldığı başka tehlikelerde vardır. Basının ve hattâ fikir cemiyetlerinin millî hükümetin tesirinden kurtularak siyasî veya iktisadî gizli maksatlara alet olmasından korkulur.
Basının para ile satın alınabilmesi, uluslararası yüksek para âleminin basın üzerinde gizli tesiri veyahut sadece ecnebi devletlerin örtülü ödeneklerinin tesiri, işte bunların kamuoyunu aldatmaları ve yanıltmalarından bilhassa korkulur. Fakat hürriyetten çıkacak bu fenalıklar asla çaresiz değildir.
İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, içtimaî bir müessese haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikrî ve siyasî terbiyesi de bir teminattır. Halk, müteaddit gazeteleri okumaya ve onları birbirleriyle kontrol etmeye alışır.
Bütün bunların üstünde her şeyin olması sayesinde hüsnüniyetin inkişaf edeceğini ve hayatî meseleler üzerinde hüsnüniyet sahibi insanların daima ekseriyet teşkil edeceklerini kabul etmek muvafık olur. Çünkü, her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.
Efendiler, bir toplumun ortak ve genel duyguları, düşünceleri vardır. Toplumların değerleri, uygarlık dereceleri, istek ve eğilimleri ancak bu genel duygu ve düşüncelerin meydana gelmesi ve belirme derecesiyle anlaşılır. Bir toplumu yöneten insanlar için, toplumun talihi üzerinde hüküm vermek durumunda bulunan dostlar veya düşmanlar için ölçü, bu toplumun kamu oyundan anlaşılan yetenek ve değerdir. Öyleyse, milletler, kamu oyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar. Bütün dünya kamu oyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar. Bütün dünya kamu oyunu tanımak ise, hayat nedenlerinin düzenlenmesi için kuşkusuz lâzımdır. Bu konudaki araçların birinci ve en önemlisi basındır.
Basın, hiçbir sebeple baskı ve zorlamaya tabi tutulamaz.
Türk basını milletin gerçek sesinin ve isteminin belirdiği Cumhuriyet etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, anlayış kalesi. Basından bunu beklemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve önemlidir. (Şubat 1924, S.D. II)
Atatürk niçin sanata ve sanatçıya önem vermiştir hakkında Yazı
Atatürk, sanatı seven, sanatçılara değer veren ve onları destekleyen bir devlet adamıdır. Çocukluğundan itibaren sanata ilgi duymuş ve sanatın bazı dallarıyla çok yakından ilgilenmiştir. Gençliğinde şiir ve edebiyata yakınlık duymuş, Namık Kemal’in şiirlerini okumuş ve ondan etkilenmiştir.
Atatürk’ün kaleme aldığı ve 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğu “Nutuk” adlı eseri, Atatürk’ün en büyük edebî eseridir. Yazmış olduğu “Oğuz Oğulları” adlı şiir de Atatürk’ün şiir konusundaki yeteneğini sergileyen ve her Türk’ün okuması gereken bir eserdir.
Atatürk, şiir ve edebiyat dışında müziğe de büyük bir ilgi duymuştur. Şarkı ve türküleri dinlemekten büyük bir zevk alan Atatürk, zaman zaman okunan şarkılara eşlik etmiş, oynanan halk oyunlarına katılmıştır. Bazı Rumeli türküleri, onun sesinden notalara dökülmüş ve müzik repertuarımızda yer almıştır.
Atatürk, askerî ataşe olarak Sofya’da görevli bulunduğu dönemde çok sesli müziğe ilgi duymaya başlamıştır. Klâsik müzik konserlerine ve operalara giderek bu müzik türlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Cumhuriyetin ilânından sonra, ülkemizde bu müzik türlerinin sevilmesini ve müzik kültürümüzde yer almasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Ülkemizde müzik sanatının gelişmesi için bütün olanaktan kullanmıştır.
Atatürk’ün zamanında yapılmış bazı binaların güzelliği, ülkemizdeki çağdaşlaşma hareketini ifade edebilecek nitelik taşımaktadır. Ayrıca mimarî eserlerin korunmasına verdiği önem de Atatürk’ün mimarîye olan ilgisinin önemli kanıtlarındandır.
Atatürk’ün, tiyatro, bale, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarî, resim, müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi, onları desteklemesi Atatürk’ün sanatla çok yakın bir ilişki içinde olduğunun göstergesidir.
Atatürk,sanatla ilgili düşüncelerini,Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, Çankaya Köşkünde sanatçılarla yaptığı sohbet ve tartışmalarda belirtmiştir. Atatürk’ün bu konuşma ve tartışmalarda dile getirdiği sanatla ilgili düşünceleri, Türk halkına ileti niteliği de taşımaktadır.
Atatürk, sanatın tanımını şu sözlerle açıklamıştır: “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade ediliştir: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” “Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur,” “Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.” Atatürk’ün bu sözleri, sanalla ilgili temel düşüncelerini ifade etmesi bakımından önemlidir.
Atatürk’ün sanatçılarla ilgili düşüncelerini ifade ettiği sözleri ise şunlardır: “Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız.”
“Adımız Andımızdır” adlı şarkıyı öğrenelim. Şarkıyı, sınıfımızda seslendirelim.
Büyük bir sanatsever olan Atatürk’ün gönlünde, müziğin ayrı bir yeri vardı. Bu nedenle millî kültürümüzde önemli bir yer tutan güzel sanatlar içinde müziğe ayrı bir önem vermiştir. Müziğin önemiyle ilgili düşüncelerini, şu sözleriyle ifade etmiştir: “Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar, insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut değildir: Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”
Yapılacak inkılâpların başarıya ulaşmasına, müzik alanındaki gelişmeleri ölçü gösteren Atatürk, bu konudaki düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Osmanlı müziği, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük devrimleri söyleyecek güçte değildir. Bize yeni müzik gereklidir. Bu müzik, özünü halk müziğinden alan çok sesli bir müzik olacaktır.” “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
Atatürk’ü konu alan aşağıdaki marşı öğrenelim. Marşı, sesimizle ve çalgımızla seslendirelim.
Atatürk, müziğin önemle ve öncelikle, modern müzik (çok seslilik) kuralları içinde ele alınmasını istemiştir. Bu konuyla ilgili düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir.”
Atatürk, Türk müziğinin evrensel müzikteki yerini bir an önce alması amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Müzik eğitimi görmeleri için çok sayıda öğrenciyi Avrupa’ya göndermiştir. Ankara’da Musiki Muallim Mektebi ile İstanbul’da Sanayi-i Nefise mekteplerinin açılmasını sağlamıştır. Bu konudaki düşüncelerini de şu sözleriyle ifade etmiştir: “Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.”
Atatürk’ün kaleme aldığı ve 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğu “Nutuk” adlı eseri, Atatürk’ün en büyük edebî eseridir. Yazmış olduğu “Oğuz Oğulları” adlı şiir de Atatürk’ün şiir konusundaki yeteneğini sergileyen ve her Türk’ün okuması gereken bir eserdir.
Atatürk, şiir ve edebiyat dışında müziğe de büyük bir ilgi duymuştur. Şarkı ve türküleri dinlemekten büyük bir zevk alan Atatürk, zaman zaman okunan şarkılara eşlik etmiş, oynanan halk oyunlarına katılmıştır. Bazı Rumeli türküleri, onun sesinden notalara dökülmüş ve müzik repertuarımızda yer almıştır.
Atatürk, askerî ataşe olarak Sofya’da görevli bulunduğu dönemde çok sesli müziğe ilgi duymaya başlamıştır. Klâsik müzik konserlerine ve operalara giderek bu müzik türlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Cumhuriyetin ilânından sonra, ülkemizde bu müzik türlerinin sevilmesini ve müzik kültürümüzde yer almasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Ülkemizde müzik sanatının gelişmesi için bütün olanaktan kullanmıştır.
Atatürk’ün zamanında yapılmış bazı binaların güzelliği, ülkemizdeki çağdaşlaşma hareketini ifade edebilecek nitelik taşımaktadır. Ayrıca mimarî eserlerin korunmasına verdiği önem de Atatürk’ün mimarîye olan ilgisinin önemli kanıtlarındandır.
Atatürk’ün, tiyatro, bale, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarî, resim, müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi, onları desteklemesi Atatürk’ün sanatla çok yakın bir ilişki içinde olduğunun göstergesidir.
Atatürk,sanatla ilgili düşüncelerini,Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, Çankaya Köşkünde sanatçılarla yaptığı sohbet ve tartışmalarda belirtmiştir. Atatürk’ün bu konuşma ve tartışmalarda dile getirdiği sanatla ilgili düşünceleri, Türk halkına ileti niteliği de taşımaktadır.
Atatürk, sanatın tanımını şu sözlerle açıklamıştır: “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade ediliştir: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” “Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur,” “Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.” Atatürk’ün bu sözleri, sanalla ilgili temel düşüncelerini ifade etmesi bakımından önemlidir.
Atatürk’ün sanatçılarla ilgili düşüncelerini ifade ettiği sözleri ise şunlardır: “Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız.”
“Adımız Andımızdır” adlı şarkıyı öğrenelim. Şarkıyı, sınıfımızda seslendirelim.
Büyük bir sanatsever olan Atatürk’ün gönlünde, müziğin ayrı bir yeri vardı. Bu nedenle millî kültürümüzde önemli bir yer tutan güzel sanatlar içinde müziğe ayrı bir önem vermiştir. Müziğin önemiyle ilgili düşüncelerini, şu sözleriyle ifade etmiştir: “Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar, insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut değildir: Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”
Yapılacak inkılâpların başarıya ulaşmasına, müzik alanındaki gelişmeleri ölçü gösteren Atatürk, bu konudaki düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Osmanlı müziği, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük devrimleri söyleyecek güçte değildir. Bize yeni müzik gereklidir. Bu müzik, özünü halk müziğinden alan çok sesli bir müzik olacaktır.” “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
Atatürk’ü konu alan aşağıdaki marşı öğrenelim. Marşı, sesimizle ve çalgımızla seslendirelim.
Atatürk, müziğin önemle ve öncelikle, modern müzik (çok seslilik) kuralları içinde ele alınmasını istemiştir. Bu konuyla ilgili düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir.”
Atatürk, Türk müziğinin evrensel müzikteki yerini bir an önce alması amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Müzik eğitimi görmeleri için çok sayıda öğrenciyi Avrupa’ya göndermiştir. Ankara’da Musiki Muallim Mektebi ile İstanbul’da Sanayi-i Nefise mekteplerinin açılmasını sağlamıştır. Bu konudaki düşüncelerini de şu sözleriyle ifade etmiştir: “Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.”
Atatürk subay olarak nerelerde görev yaptı Atatürk subay olarak nerelerde görev yapmıştır
Türkiye doğuda Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan (Nahcivan) ve İran ile; güneyde Irak ve Suriye; ve batıda Ege Denizi, Yunanistan ve Bulgaristan ile komşudur
20 Mayıs 20 Mayıs Gregorian Takvimine göre yılın 140 günüdür Sonraki sene için 225 (Artık yıllarda 226) gün var
1881 1881 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
- Selanik Yunanistan'ın ikinci büyük şehridir Selanik'in nüfusu 800764 yakındır ve coğrafî koordinatları 40°38′kuzey enlemi ve 22°58′doğu boylamındadır Önemli turistik ziyaret yerleri Beyaz Kule ve Arkeoloji Müzesi'dir
10 Kasım 10 Kasım Gregorian Takvimine göre yılın 314 günüdür Sonraki sene için 51 (Artık yıllarda 52) gün var
1938
İstanbul) tarihleri arasında yaşamış ulusal önder
1881 yılında İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu Babası Selanik Yunanistan'ın ikinci büyük şehridir Selanik'in nüfusu 800764 yakındır ve coğrafî koordinatları 40°38′kuzey enlemi ve 22°58′doğu boylamındadır Önemli turistik ziyaret yerleri Beyaz Kule ve Arkeoloji Müzesi'dir
Ali Rıza Efendi, annesi Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik'te doğdu Söke'den Selanik'e yerleşmiş Türkmenlerden "Kırmızı Hafız" lakaplı Ahmet Efendi'nin oğludur İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu Selanik'te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada
Zübeyde Hanım'dır Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi 14-Zübeyde Hanım (1857, Selanik- Langaza - 14 Ocak 1923, İzmir), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün annesidir Aslen Konya-Karamanlı'dir
15 yüzyıllarda 15 yüzyıl olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Konya ve Konya Yüzölçümü bakımından Türkiye nin en büyük ili Konya, büyük kısmı İç Anadolu bölgesinde, küçük bir kısmı Akdeniz bölgesinde olup; Orta Anadolu Yaylası üzerinde Ankara, Niğde, Aksaray, İçel, Antalya, Isparta, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Karaman ile çevrilidir 36°22' ve 39°08' kuzey paralelleri ile 31°14' ve 34°05' doğu meridyenleri arasında yer alır
Aydın'dan Aydın Ege bölgesinde "Efeler Diyarı" olarak tanınan ve dünyanın en iyi incirinin yetiştiği il Ege denizi, Muğla, Denizli, Manisa ve İzmir ile çevrilidir Türkiye'nin en dağlık illerinden biridir 37°30' ve 38°03' kuzey enlemleri ile 27°00' ve 28°57' doğu boylamları arasında yer alır
Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Makedonya Cumhuriyeti Balkan Yarımadasında yer alan bir devlet Güneyinde Yunanistan, doğusunda Bulgaristan, batısında Arnavutluk, kuzeyinde ise Sırbistan-Karadağ'ın yer alır Başkenti Üsküp olan ülkenin Yüzölçümü 25713 km2, nüfusu 4760000, resmi dili Makedonca ve para birimi Makedonya Dinarı'dır
1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1871 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1956 yılına değin yaşadı
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti Bu sırada babasını kaybetti (1956
1888) Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu Kısa bir süre sonra 1888 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi Bu okulda 1893 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, Matematik, sayma, ölçme, cisimlerin şekillerini tanımlama gibi temel işlemlerden ortaya çıkan ve yapı, düzen ve ilişkileri inceleyen bilim dalı Mantıksal irdeleme ve nicel hesaplamaları konu alan matematik, idealleştirme ve soyutlamalara dayanır
İstanbul'da İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Harp Okulunda öğrenime başladı Harp Okulu askeri lise öğrencilerinin eğitimi bittiğinde gittikleri, sivil öğrencilerin özel sınavlarla az sayıda alındıkları, mezun olunduğunda teğmen rütbesi ile subay olunan üniversite seviyesinde olan okuldur
1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu, Harp Akademisi'ne devam etti
11 Ocak 11 Ocak Gregorian takvimine göre yılın 11 günüdür Sonraki sene için 354 gün var (Artık yıllarda 355)
1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı
1905-
1907 yılları arasında
Şam'da 5 Ordu emrinde görev yaptı 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu Manastır'a III Ordu'ya atandı
Şam Suriye'nin başşehri veya “Dımaşk” şehrinin merkez olarak kabul edildiği Suriye bölgesine verilen ad Bu bölgenin merkezi olan Dımaşk şehrine “Şam” da denilmektedir Şehir merkezi Suriye'nin güneybatı kesiminde yer almaktadır Akdeniz'e uzaklığı 96 km, denizden yüksekliği ise 685 metredir Şam şehrinin kuzeyinde Kasiyun Dağı, batısında Cebelü'ş-Şarki ve Lübnan Dağları vardır Doğu ve güney tarafları ise çevredeki ovalara açılmaktadır El-Gûte Vahasının ortasında yer alan şehre, ortasın
19 Nisan 19 Nisan Gregorian Takvimine göre yılın 109 günüdür Sonraki sene için 256 gün var (Artık yıllarda 257)
1909'da
İstanbul'a giren İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Hareket Ordusu'nda Kurmaybaşkanı olarak görev aldı Hareket Ordusu ittihatçıların, 1909 yılında, 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak için, Selanik'ten Mahmut Şevket Paşa komutasında ve Mustafa Kemal'in kurmay başkanlığında İstanbul'a gönderdikleri ordudur
1910 yılında
Fransa'ya gönderildi Picardie Manevraları'na katıldı Fransa Cumhuriyeti (Fransızca:République Française) ya da kısaca Fransa, Belçika, Lüksemburg, Almanya, İsviçre, İtalya, Monako, Andorra ve İspanya ile komşu olan, Batı Avrupa'da ülke Avrupa Birliği'nin kurucu üyesidir
1911 yılında İstanbul'da
Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı
Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı Mustafa Kemal 19 Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi 1914 yılında başlayan I Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'deki kahramanlık destanında 19 Tümeni komuta etti 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19 Tümen Conkbayırı'nda durdurdu (bkz Çanakkele Savaşı)
Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi İngilizler 6- 7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9- 10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II Anafartalar zaferleri takip etti Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı
1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu Bu seyehatten sonra hastalandı Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7 Ordu Komutanı olarak döndü Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı topraklarını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9 Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a gönderildi 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle (bkz Amasya Genelgesi) "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu
Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuva-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: Sarıkamış ( 20 Eylül 1920), Kars ( 30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün ( 7 Kasım 1920) kurtarılışı
Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş Şanlıurfa savunmaları ( 1919- 1921)
I İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921) Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922) Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı 13 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu
20 Mayıs 20 Mayıs Gregorian Takvimine göre yılın 140 günüdür Sonraki sene için 225 (Artık yıllarda 226) gün var
1881 1881 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
- Selanik Yunanistan'ın ikinci büyük şehridir Selanik'in nüfusu 800764 yakındır ve coğrafî koordinatları 40°38′kuzey enlemi ve 22°58′doğu boylamındadır Önemli turistik ziyaret yerleri Beyaz Kule ve Arkeoloji Müzesi'dir
10 Kasım 10 Kasım Gregorian Takvimine göre yılın 314 günüdür Sonraki sene için 51 (Artık yıllarda 52) gün var
1938
İstanbul) tarihleri arasında yaşamış ulusal önder
1881 yılında İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu Babası Selanik Yunanistan'ın ikinci büyük şehridir Selanik'in nüfusu 800764 yakındır ve coğrafî koordinatları 40°38′kuzey enlemi ve 22°58′doğu boylamındadır Önemli turistik ziyaret yerleri Beyaz Kule ve Arkeoloji Müzesi'dir
Ali Rıza Efendi, annesi Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik'te doğdu Söke'den Selanik'e yerleşmiş Türkmenlerden "Kırmızı Hafız" lakaplı Ahmet Efendi'nin oğludur İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu Selanik'te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada
Zübeyde Hanım'dır Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi 14-Zübeyde Hanım (1857, Selanik- Langaza - 14 Ocak 1923, İzmir), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün annesidir Aslen Konya-Karamanlı'dir
15 yüzyıllarda 15 yüzyıl olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Konya ve Konya Yüzölçümü bakımından Türkiye nin en büyük ili Konya, büyük kısmı İç Anadolu bölgesinde, küçük bir kısmı Akdeniz bölgesinde olup; Orta Anadolu Yaylası üzerinde Ankara, Niğde, Aksaray, İçel, Antalya, Isparta, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Karaman ile çevrilidir 36°22' ve 39°08' kuzey paralelleri ile 31°14' ve 34°05' doğu meridyenleri arasında yer alır
Aydın'dan Aydın Ege bölgesinde "Efeler Diyarı" olarak tanınan ve dünyanın en iyi incirinin yetiştiği il Ege denizi, Muğla, Denizli, Manisa ve İzmir ile çevrilidir Türkiye'nin en dağlık illerinden biridir 37°30' ve 38°03' kuzey enlemleri ile 27°00' ve 28°57' doğu boylamları arasında yer alır
Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Makedonya Cumhuriyeti Balkan Yarımadasında yer alan bir devlet Güneyinde Yunanistan, doğusunda Bulgaristan, batısında Arnavutluk, kuzeyinde ise Sırbistan-Karadağ'ın yer alır Başkenti Üsküp olan ülkenin Yüzölçümü 25713 km2, nüfusu 4760000, resmi dili Makedonca ve para birimi Makedonya Dinarı'dır
1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1871 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1956 yılına değin yaşadı
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti Bu sırada babasını kaybetti (1956
1888) Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu Kısa bir süre sonra 1888 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi Bu okulda 1893 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, Matematik, sayma, ölçme, cisimlerin şekillerini tanımlama gibi temel işlemlerden ortaya çıkan ve yapı, düzen ve ilişkileri inceleyen bilim dalı Mantıksal irdeleme ve nicel hesaplamaları konu alan matematik, idealleştirme ve soyutlamalara dayanır
İstanbul'da İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Harp Okulunda öğrenime başladı Harp Okulu askeri lise öğrencilerinin eğitimi bittiğinde gittikleri, sivil öğrencilerin özel sınavlarla az sayıda alındıkları, mezun olunduğunda teğmen rütbesi ile subay olunan üniversite seviyesinde olan okuldur
1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu, Harp Akademisi'ne devam etti
11 Ocak 11 Ocak Gregorian takvimine göre yılın 11 günüdür Sonraki sene için 354 gün var (Artık yıllarda 355)
1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı
1905-
1907 yılları arasında
Şam'da 5 Ordu emrinde görev yaptı 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu Manastır'a III Ordu'ya atandı
Şam Suriye'nin başşehri veya “Dımaşk” şehrinin merkez olarak kabul edildiği Suriye bölgesine verilen ad Bu bölgenin merkezi olan Dımaşk şehrine “Şam” da denilmektedir Şehir merkezi Suriye'nin güneybatı kesiminde yer almaktadır Akdeniz'e uzaklığı 96 km, denizden yüksekliği ise 685 metredir Şam şehrinin kuzeyinde Kasiyun Dağı, batısında Cebelü'ş-Şarki ve Lübnan Dağları vardır Doğu ve güney tarafları ise çevredeki ovalara açılmaktadır El-Gûte Vahasının ortasında yer alan şehre, ortasın
19 Nisan 19 Nisan Gregorian Takvimine göre yılın 109 günüdür Sonraki sene için 256 gün var (Artık yıllarda 257)
1909'da
İstanbul'a giren İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
Hareket Ordusu'nda Kurmaybaşkanı olarak görev aldı Hareket Ordusu ittihatçıların, 1909 yılında, 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak için, Selanik'ten Mahmut Şevket Paşa komutasında ve Mustafa Kemal'in kurmay başkanlığında İstanbul'a gönderdikleri ordudur
1910 yılında
Fransa'ya gönderildi Picardie Manevraları'na katıldı Fransa Cumhuriyeti (Fransızca:République Française) ya da kısaca Fransa, Belçika, Lüksemburg, Almanya, İsviçre, İtalya, Monako, Andorra ve İspanya ile komşu olan, Batı Avrupa'da ülke Avrupa Birliği'nin kurucu üyesidir
1911 yılında İstanbul'da
Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı
Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı Mustafa Kemal 19 Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi 1914 yılında başlayan I Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'deki kahramanlık destanında 19 Tümeni komuta etti 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19 Tümen Conkbayırı'nda durdurdu (bkz Çanakkele Savaşı)
Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi İngilizler 6- 7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9- 10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II Anafartalar zaferleri takip etti Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı
1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu Bu seyehatten sonra hastalandı Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7 Ordu Komutanı olarak döndü Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı topraklarını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9 Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a gönderildi 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle (bkz Amasya Genelgesi) "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu
Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuva-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: Sarıkamış ( 20 Eylül 1920), Kars ( 30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün ( 7 Kasım 1920) kurtarılışı
Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş Şanlıurfa savunmaları ( 1919- 1921)
I İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921) Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922) Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı 13 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu
Atatürkün okumaya verdiği önem ile ilgili sözleri Yazıları
Atatürk bilimin insan yaşamındaki önemli yerini Özgürlük Savaşımızın sona ermesi sıralarından başlayarak hemen her vesile ile tekrarlamış, vurgulamıştır. 22 Ekim 1922’de Bursa’da yaptığı bir konuşmada, Atatürk, Türkçe'si biraz sadeleştirilmiş şekliyle şöyle demiştir : Yurdumuzun en bayındır, en gözalıcı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir? Orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesindedir. Milletimizin siyasi ve içtimai hayatı ile ulusumuzun düşünümsel eğitiminde de yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ile edebiyatı okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde bütün olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişecektir.
Aynı yılın 27 Ekim günü de, yine Bursa’da, Atatürk şunları söylüyor : Hiçbir mantıki kanıta dayanmaksızın birtakım geleneklere ve inançlara bağlı kalmakta ısrar eden milletlerin gelişmesi çok güç olur ve belki de hiç gerçekleşmez. Gelişim yolunda bağları koparamayan ve engelleri aşamayan uluslar akla uygun düşen ve gereksemelere ayak uydurabilen bir zihniyetle hayata bakamazlar. Bunlar engin hayat felsefelerine sahip başka milletlerin egemenliği altına girip onların tutsağı olmaktan kurtulamazlar.
30 Ağustos 1924 günü Atatürk Dumlupınar’da yaptığı konuşmada da şöyle diyor :
Yaşamanın şartı uygarlık yolunda yürümek ve başarıya ulaşmaktır. Bu yol üzerinde ilerlemeyi değil de geriye bağlılığı benimseyenler, böyle bir bilgisizlik ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarlığın coşup gelen seli altında bir gün boğulmaya mahkumdurlar.
Yine aynı konuşmasında Atatürk şunları söylüyor : Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölecesine bağlılıkla varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir.
Atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” kısaltılmış şekliyle yaygınca bilinen sözünün tam metni ise aynen şöyledir :
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip eylemek şarttır.
Bilindiği üzere “ilim” sözcüğünün anlamı, mana kapsamı, gayet geniştir. Hatta aslı Arapça olan bu sözcüğün, Osmanlıca’daki kullanışıyla, günümüzde artık yaygınlaşmış olan bilim sözcüğünden daha geniş anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Fen, ise temel bilimler, yani matematik, astronomi, fizik, kimya, ve tabiî bilimler anlamına gelir. Liselerimize ilişkin olarak “fen kolu” ve üniversitelerimize ilişkin olarak “fen fakültesi” terimlerimiz bunu açıkça gösteriyor. Demek ki kılavuzluğunda yürünmesini Atatürk’ün öğütlediği bilim şümullü ve geniş kapsamlı bir bilimdir. Topluma ve insana ilişkin her türlü dizgeli bilgi ve bilimsel çalışmayı içermek durumundadır. Fakat, ayrıca, bilimler arasında temel bilimlere, matematiğe ve doğaya ilişkin bilimlere, burada özellikle işaret edilmektedir.
Bilimin insan yaşamındaki en gerçek yol gösterici olduğuna dikkatimizi çektiğine göre, demek ki Atatürk bilimden başka gerçek yol göstericilerimizin de bulunduğunu kabul etmiş olmaktadır. Oysa, bu cümlesinin hemen arkasından, bilim ile fennin dışında mürşit aramanın, bunları dışta bırakan kılavuzlar peşinde yürümenin, dünyadan habersizlik, bilgisizlik, ve sapıklık demek olacağını vurgulayarak ifade etmektedir.
Demek oluyor ki, Atatürk, burada bilim dışında kılavuzlarımız olsa da, bunların bilimle bağdaşabilen, bilim anlayışına ters düşmeyen, yol göstericiler olmaları gerektiğine kesin bir dille işaret etmek ihtiyacını duymuştur. Başka bir ifade ile, Atatürk, en başta kesinlikle bilim gelmek şartıyla, diğer birtakım gerçek kılavuzlarımızın da bulunduğunu, fakat bunların bilim yöntem ve kurallarından pay alabilen ve bilim kadar olmasa da, yine de az çok dizgilileşmiş, özgünleşmiş durumda bulunan bilgi ve gözlemlerimiz olduğuna, yahut da bunların, örneğin aklımız ve tecrübelerimiz gibi, bilimi oluşturan temel öğeler arasında yer almaları gerektiğine isabetle parmak basmış oluyor.
İcraât, eylem, daima bir karara ulaşmayı gerektirir. Toplumun çeşitli sorunlarına ilişkin olarak, yönetici ve işadamının, ister istemez, belli evrelerde ve zaman zaman, yeterli bilgiye sahip olmaksızın da kendine bir davranış yolu, eylem doğrultusu belirlemesi, yeğlemesi gerekir. Bu nedenle, bilimin ancak zayıf ışıklarından pay alabilen çeşitli alanlarda ve konularda aklımızdan, sağduyumuzdan ve kamu anlayışının bize göstereceği yollardan yararlanmak zorunluluğu vardır. Ancak, bunlar, bilimsel sınamalarla değerlendirilebilecek mahiyette veya nitelikte olmadıkları zaman bile, ayrıntı bilgisinden ve bilimsel düşence ve zihniyet örneklerinden esinlendikleri ya da bunların yardımına dayandıklarıoranda, bize daha faydalı olabilirler. Demek ki aslında, başka gerçek kılavuzlarımızda bulunmasına rağmen, yine de bilim tek gerçek kılavuzumuz, en gerçek yol göstericimiz olmuş oluyor.
Büyük Atatürk Türk ulusu için gerek maddesel ve gerekse dinsel, yani manevi alanlarda bağımsızlık, seçkinlik ve üstünlük sağlamak ve Türk milletini yüceltmek yolunda çeşitli doğrultularda çaplı bir takım süreçleri harekete getirmiş, hepimizin iyi bildiğimiz kalburüstü devrimlerini gerçekleştirmek için azimli girişimlerde bulunmuştur. Atatürk bu devrim ve reformlarında hep aklın kılavuzluğu altında ve geçmişte ki uzun tecrübelere, tarihsel yaşantılarımıza dayanan sağlam bilgi ışığında yürünmesi temel ilkesini her zaman için etkin ölçüde başatlı tutmaya özen göstermiştir.
Bir yandan da, ulu önderimiz, temelsiz ve bâtıl düşünce ve inançlarla, muska, efsun ve üfürükçülük gibi ilkel ve çağdışı davranış ve uygulamalarla dizgeli ve yoğun bir mücadeleye girişmiş, ayrıca, üniversite inkılâbı ya da reformu ile yüksek öğretim kurumlarımızda bilimsel araştırmayı canlı bir süreç durumuna yükseltme tutumunun benimsenip edimselleşmesine doğru yakın tarihimizdeki en etkili adımın atılmasında önayak olmuş, böylece de yurdumuzda bilimin ve bilim zihniyetinin zafer yollarını açmıştır.
Yukarıda aktarılan sözlerinin, kendisinden yapılan alıntıların, hepsinde Atatürk’ün bilim ile uygarlık arasında yakın ilişki kurduğuna ve her ikisini de dinamik yönleriyle meteoman vurgulamaya özen gösterdiğine tanıklık ediliyor. Batılılaşma teşebbüsümüzde en büyük güçlüğü doğuran bir sorun, örnek alınmış olan Batının büyük devingenliği, kendi kendini geride bırakma vasfı idi. Atatürk uygarlığın temeline bilimi koymakta ve Batı uygarlığının dinamizmini, esas itibariyle bilimden ve bilimin sınırsız gelişme yeteneğinden aldığına inanmaktadır.
Aynı yılın 27 Ekim günü de, yine Bursa’da, Atatürk şunları söylüyor : Hiçbir mantıki kanıta dayanmaksızın birtakım geleneklere ve inançlara bağlı kalmakta ısrar eden milletlerin gelişmesi çok güç olur ve belki de hiç gerçekleşmez. Gelişim yolunda bağları koparamayan ve engelleri aşamayan uluslar akla uygun düşen ve gereksemelere ayak uydurabilen bir zihniyetle hayata bakamazlar. Bunlar engin hayat felsefelerine sahip başka milletlerin egemenliği altına girip onların tutsağı olmaktan kurtulamazlar.
30 Ağustos 1924 günü Atatürk Dumlupınar’da yaptığı konuşmada da şöyle diyor :
Yaşamanın şartı uygarlık yolunda yürümek ve başarıya ulaşmaktır. Bu yol üzerinde ilerlemeyi değil de geriye bağlılığı benimseyenler, böyle bir bilgisizlik ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarlığın coşup gelen seli altında bir gün boğulmaya mahkumdurlar.
Yine aynı konuşmasında Atatürk şunları söylüyor : Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölecesine bağlılıkla varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir.
Atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” kısaltılmış şekliyle yaygınca bilinen sözünün tam metni ise aynen şöyledir :
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip eylemek şarttır.
Bilindiği üzere “ilim” sözcüğünün anlamı, mana kapsamı, gayet geniştir. Hatta aslı Arapça olan bu sözcüğün, Osmanlıca’daki kullanışıyla, günümüzde artık yaygınlaşmış olan bilim sözcüğünden daha geniş anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. Fen, ise temel bilimler, yani matematik, astronomi, fizik, kimya, ve tabiî bilimler anlamına gelir. Liselerimize ilişkin olarak “fen kolu” ve üniversitelerimize ilişkin olarak “fen fakültesi” terimlerimiz bunu açıkça gösteriyor. Demek ki kılavuzluğunda yürünmesini Atatürk’ün öğütlediği bilim şümullü ve geniş kapsamlı bir bilimdir. Topluma ve insana ilişkin her türlü dizgeli bilgi ve bilimsel çalışmayı içermek durumundadır. Fakat, ayrıca, bilimler arasında temel bilimlere, matematiğe ve doğaya ilişkin bilimlere, burada özellikle işaret edilmektedir.
Bilimin insan yaşamındaki en gerçek yol gösterici olduğuna dikkatimizi çektiğine göre, demek ki Atatürk bilimden başka gerçek yol göstericilerimizin de bulunduğunu kabul etmiş olmaktadır. Oysa, bu cümlesinin hemen arkasından, bilim ile fennin dışında mürşit aramanın, bunları dışta bırakan kılavuzlar peşinde yürümenin, dünyadan habersizlik, bilgisizlik, ve sapıklık demek olacağını vurgulayarak ifade etmektedir.
Demek oluyor ki, Atatürk, burada bilim dışında kılavuzlarımız olsa da, bunların bilimle bağdaşabilen, bilim anlayışına ters düşmeyen, yol göstericiler olmaları gerektiğine kesin bir dille işaret etmek ihtiyacını duymuştur. Başka bir ifade ile, Atatürk, en başta kesinlikle bilim gelmek şartıyla, diğer birtakım gerçek kılavuzlarımızın da bulunduğunu, fakat bunların bilim yöntem ve kurallarından pay alabilen ve bilim kadar olmasa da, yine de az çok dizgilileşmiş, özgünleşmiş durumda bulunan bilgi ve gözlemlerimiz olduğuna, yahut da bunların, örneğin aklımız ve tecrübelerimiz gibi, bilimi oluşturan temel öğeler arasında yer almaları gerektiğine isabetle parmak basmış oluyor.
İcraât, eylem, daima bir karara ulaşmayı gerektirir. Toplumun çeşitli sorunlarına ilişkin olarak, yönetici ve işadamının, ister istemez, belli evrelerde ve zaman zaman, yeterli bilgiye sahip olmaksızın da kendine bir davranış yolu, eylem doğrultusu belirlemesi, yeğlemesi gerekir. Bu nedenle, bilimin ancak zayıf ışıklarından pay alabilen çeşitli alanlarda ve konularda aklımızdan, sağduyumuzdan ve kamu anlayışının bize göstereceği yollardan yararlanmak zorunluluğu vardır. Ancak, bunlar, bilimsel sınamalarla değerlendirilebilecek mahiyette veya nitelikte olmadıkları zaman bile, ayrıntı bilgisinden ve bilimsel düşence ve zihniyet örneklerinden esinlendikleri ya da bunların yardımına dayandıklarıoranda, bize daha faydalı olabilirler. Demek ki aslında, başka gerçek kılavuzlarımızda bulunmasına rağmen, yine de bilim tek gerçek kılavuzumuz, en gerçek yol göstericimiz olmuş oluyor.
Büyük Atatürk Türk ulusu için gerek maddesel ve gerekse dinsel, yani manevi alanlarda bağımsızlık, seçkinlik ve üstünlük sağlamak ve Türk milletini yüceltmek yolunda çeşitli doğrultularda çaplı bir takım süreçleri harekete getirmiş, hepimizin iyi bildiğimiz kalburüstü devrimlerini gerçekleştirmek için azimli girişimlerde bulunmuştur. Atatürk bu devrim ve reformlarında hep aklın kılavuzluğu altında ve geçmişte ki uzun tecrübelere, tarihsel yaşantılarımıza dayanan sağlam bilgi ışığında yürünmesi temel ilkesini her zaman için etkin ölçüde başatlı tutmaya özen göstermiştir.
Bir yandan da, ulu önderimiz, temelsiz ve bâtıl düşünce ve inançlarla, muska, efsun ve üfürükçülük gibi ilkel ve çağdışı davranış ve uygulamalarla dizgeli ve yoğun bir mücadeleye girişmiş, ayrıca, üniversite inkılâbı ya da reformu ile yüksek öğretim kurumlarımızda bilimsel araştırmayı canlı bir süreç durumuna yükseltme tutumunun benimsenip edimselleşmesine doğru yakın tarihimizdeki en etkili adımın atılmasında önayak olmuş, böylece de yurdumuzda bilimin ve bilim zihniyetinin zafer yollarını açmıştır.
Yukarıda aktarılan sözlerinin, kendisinden yapılan alıntıların, hepsinde Atatürk’ün bilim ile uygarlık arasında yakın ilişki kurduğuna ve her ikisini de dinamik yönleriyle meteoman vurgulamaya özen gösterdiğine tanıklık ediliyor. Batılılaşma teşebbüsümüzde en büyük güçlüğü doğuran bir sorun, örnek alınmış olan Batının büyük devingenliği, kendi kendini geride bırakma vasfı idi. Atatürk uygarlığın temeline bilimi koymakta ve Batı uygarlığının dinamizmini, esas itibariyle bilimden ve bilimin sınırsız gelişme yeteneğinden aldığına inanmaktadır.
Atatürk ün askerlik hayatı ile ilgili anı Yazısı Atatürkün Askerli Anıları
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu Anlatmalarında abartma yoktu Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir Şerefler de ortaktır
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım
YANINA ALDIĞI İLK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti Silahımızı elimizden aldı Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu
İZMİR SUİKASTI
İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım Odada kimse yoktu Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o Memlekete çok fenalık yapmış Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi Biz de öldürecektik
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim
Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:
- "Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin Ben de bunun hayaliyle avunurum" dedi
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık
ASKERLE GÜREŞ
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi Genç asker her zaman üstün geliyordu Çok neşelendi, ayağa fırladı
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!
Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi Bir Mehmet mi bu işi başarır?"
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı
YANINA ALDIĞI İLK ER
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü Zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- Beni tanıdın mı oğul? dedi Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz onu alsınlar dediniz Fakat Müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir kere de siz söyleyiniz
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
- Oğlunu almadılar mı? dedi Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş Çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle:
- İşte Cumhuriyetten beklediğimiz sonuç diyordu
GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:
- Valla Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle:
- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
- Padişah bilir!
Bu cevap karşısında kaşlarını çatan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:
- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!"
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir Şerefler de ortaktır
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım
YANINA ALDIĞI İLK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti Silahımızı elimizden aldı Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu
İZMİR SUİKASTI
İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım Odada kimse yoktu Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o Memlekete çok fenalık yapmış Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi Biz de öldürecektik
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim
Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:
- "Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin Ben de bunun hayaliyle avunurum" dedi
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık
ASKERLE GÜREŞ
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi Genç asker her zaman üstün geliyordu Çok neşelendi, ayağa fırladı
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!
Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi Bir Mehmet mi bu işi başarır?"
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı
YANINA ALDIĞI İLK ER
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü Zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- Beni tanıdın mı oğul? dedi Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz onu alsınlar dediniz Fakat Müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir kere de siz söyleyiniz
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
- Oğlunu almadılar mı? dedi Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş Çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle:
- İşte Cumhuriyetten beklediğimiz sonuç diyordu
GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:
- Valla Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle:
- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
- Padişah bilir!
Bu cevap karşısında kaşlarını çatan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:
- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!"
22 Kasım 2010 Pazartesi
Kurtlar Vadisi Yeni Bayan Oyuncu Kim Savcı Çiğdem Batur
Kurtlar Vadisi Pusu Savcı,kv pusu savcı kadın Kim, Çiğdem Batur kimdir,Çiğdem Batur oynadığı diziler,Çiğdem Batur resimleri,
Doğum Yeri: Düzce
Doğum Tarihi: 13 Temmuz 1980
Eğitim Durumu: Lisans
oynadıgı diziler : 2006 meteoman
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı, sunucu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Çiğdem Batur, 2000-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğunda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı.
2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, oyunculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Sanatçı aynı zamanda seslendirme çalışmaları yapmaktadır.
Kurtlar Vadisi Pusu Yeni Savcı Kim Çiğdem Batur
Kurtlar Vadisi Pusu Savcı,kv pusu savcı kadın Kim, Çiğdem Batur kimdir,Çiğdem Batur oynadığı diziler,Çiğdem Batur resimleri,
Doğum Yeri: Düzce
Doğum Tarihi: 13 Temmuz 1980
Eğitim Durumu: Lisans
oynadıgı diziler : 2006 meteoman
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı, sunucu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Çiğdem Batur, 2000-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğunda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı.
2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, oyunculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Sanatçı aynı zamanda seslendirme çalışmaları yapmaktadır.
Çiğdem Batur Resimleri Çigdem Batur Fotoğrafları Kv Pusu Savcı
Kurtlar Vadisi Pusu Savcı,kv pusu savcı kadın Kim, Çiğdem Batur kimdir,Çiğdem Batur oynadığı diziler,Çiğdem Batur resimleri,Çigdem Batur Biyografisi
Doğum Yeri: Düzce
Doğum Tarihi: 13 Temmuz 1980
Eğitim Durumu: Lisans
oynadıgı diziler : 2006 meteoman
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı, sunucu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Çiğdem Batur, 2000-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğunda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı.
2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, oyunculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Sanatçı aynı zamanda seslendirme çalışmaları yapmaktadır.
Çigdem Batur Biyografisi Çiğdem Batur Kimdir
Kurtlar Vadisi Pusu Savcı,kv pusu savcı kadın Kim, Çiğdem Batur kimdir,Çiğdem Batur oynadığı diziler,Çiğdem Batur resimleri,Çigdem Batur Biyografisi
Doğum Yeri: Düzce
Doğum Tarihi: 13 Temmuz 1980
Eğitim Durumu: Lisans
oynadıgı diziler : 2006 meteoman
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı, sunucu.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Çiğdem Batur, 2000-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi - Grup Mimus Tiyatro Topluluğunda oyunculuk yaparak sanat hayatına başladı. Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, diksiyon, spikerlik, sunuculuk eğitimi, Sanat Akademi - tiyatro ve oyunculuk eğitimi, Başkent İletişim anlatım iletişim kursu, seslendirme eğitimleri aldı.
2004 yılında ART televizyonunda "Alışveriş Çantası" adlı bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı, TRT'de çeşitli programlarda sunuculuk, oyunculuk, program ve yönetmen asistanlıkları görevlerinde bulundu. Bir kısa film deneyimi olan Batur, sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Sanatçı aynı zamanda seslendirme çalışmaları yapmaktadır.
21 Kasım 2010 Pazar
Yetenek Sizsiniz Grup Kuzenler Video İzle 21 Kasım
Yetenek Sizsiniz Grup Kuzenler Video İzle 21 Kasım
video eklenecek
video eklenecek
21 Kasım Yetenek Sizsiniz Untouchables
Yetenek Sizsiniz Türkiye Almanya Berlin Germany's Got Talent Die Untouchables -21-11-2010
Araba Motoru Nasıl çalışır Motor nasıl çalışır Video İzle
Araba Motoru Nasıl çalışır Motor nasıl çalışır Video İzle
Jet Motoru nasıl Çalışır Video İzle Jet Motoru İle İlgili Videolar
Jet Motoru nasıl Çalışır Video İzle Jet Motoru İle İlgili Videolar
Sevgili Yastıkları - Sevgili Yastıkları Satış Sitesi Sevgiline Hediye Et
Sevgili Yastıkları ,Sevgilin Yoksa Al bu Yastıktan :)
En azından uyurken , tv izlerken başımı yaslayabileceğim, kollarında günün yorgunluğunu atabileceğim bir omuz yaptım. Önce eşe dosta hediye ederken şimdi satışını gerçekleştiriyorum.
Yaklaşan Sevgililer Günü ve Yeni Yıl için uzaktaki sevgilinize sıcak ve huzurlu bir omuz , sevdiklerinize eşsiz ve esprili bir hediye arıyorsanız , Sevgili Yastıkları tam size göre.
Bu Yastıklara sahip olmak için Buse şu bağlantıyı vermiş
En azından uyurken , tv izlerken başımı yaslayabileceğim, kollarında günün yorgunluğunu atabileceğim bir omuz yaptım. Önce eşe dosta hediye ederken şimdi satışını gerçekleştiriyorum.
Yaklaşan Sevgililer Günü ve Yeni Yıl için uzaktaki sevgilinize sıcak ve huzurlu bir omuz , sevdiklerinize eşsiz ve esprili bir hediye arıyorsanız , Sevgili Yastıkları tam size göre.
Bu Yastıklara sahip olmak için Buse şu bağlantıyı vermiş
Fatmagül Şarkısı Dinle Murat Kekilli Fatmagül Şarkısı Video Klip
Murat Kekilli Fatmagül Şarkısı Dinle
Murat Kekilli ,Fatmagül Şarkısı,fatmagül şarkısı Dinle ,
Murat Kekilli ,Fatmagül Şarkısı,fatmagül şarkısı Dinle ,
Sevgili Peygamberim Sensin Ya Resullah Dinle Hasan Dursun
Hasan Dursun, Sevgili Peygamberim, Sensin Ya Resullah Dinle
Sadr-ı cem'il mürselin
Sensin Ya Resûlallah|İlahi Sözleri-Dini Şiirler Sensin yâ Resulâllah
Rahmeten-lil-alemin
Sensin yâ Resulâllah
Nûrun sırâc-ı vehhâc
Âlemler sana muhtac
Sahibü tac-ı mi'rac
Sensin yâ Resulâllah
Ayinei rahmani
Nur-ı pak-i sübhani
Sırrı Seb'el-mesani
Sensin yâ Resulâllah
Şahidün Leyl-ü isra
"Subhan ellezi esra"
Mazhar-ı nur-i esma
Sensin yâ Resulâllah
Ey menba-ı lütf-ü cud
Yerin Makam-ı Mahmud
Yaradılmışken maksud
Sensin yâ Resulâllah
Canlar için canan
Ma'den ilm u irfan
Ceddim ve pirim sultan
Sensin yâ Resulâllah
Açan rah-ı tevhidi
Bulan sırı tefridi
Hüdayi'nin ümidü
Sensin yâ Resulâllah
Sadr-ı cem'il mürselin
Sensin Ya Resûlallah|İlahi Sözleri-Dini Şiirler Sensin yâ Resulâllah
Rahmeten-lil-alemin
Sensin yâ Resulâllah
Nûrun sırâc-ı vehhâc
Âlemler sana muhtac
Sahibü tac-ı mi'rac
Sensin yâ Resulâllah
Ayinei rahmani
Nur-ı pak-i sübhani
Sırrı Seb'el-mesani
Sensin yâ Resulâllah
Şahidün Leyl-ü isra
"Subhan ellezi esra"
Mazhar-ı nur-i esma
Sensin yâ Resulâllah
Ey menba-ı lütf-ü cud
Yerin Makam-ı Mahmud
Yaradılmışken maksud
Sensin yâ Resulâllah
Canlar için canan
Ma'den ilm u irfan
Ceddim ve pirim sultan
Sensin yâ Resulâllah
Açan rah-ı tevhidi
Bulan sırı tefridi
Hüdayi'nin ümidü
Sensin yâ Resulâllah
20 Kasım 2010 Cumartesi
Çakıl Taşları Niye Bitti - Çakıl Taşları Dizisi Neden Bitti
Fox Tv 18 Kasım’da yayınlanacak bölüm için “Sezon Finali” ibaresini koyarak bünyesinde ki bir diziyi daha bitirmeye karar vermiştir…
Fox Tv, konu ile ilgili kesin bir açıklama yapmadı ve son yayınlanan bölümün reytinglerine bakacaklarını belirttiler. Henüz resmi bir açıklama yok. Ama bizce eğer bir mucize gerçekleşmezsse dizi önümüzdeki hafta final yapacak.
18 kasımda final bölümü yayınlanacak dizi için çözüm yollarından birisi bir kanal değişimi olabilir
Fox Tv, konu ile ilgili kesin bir açıklama yapmadı ve son yayınlanan bölümün reytinglerine bakacaklarını belirttiler. Henüz resmi bir açıklama yok. Ama bizce eğer bir mucize gerçekleşmezsse dizi önümüzdeki hafta final yapacak.
18 kasımda final bölümü yayınlanacak dizi için çözüm yollarından birisi bir kanal değişimi olabilir
En güzel Veda Mesajı ( hoşçakal güzel insan bu sana son veda )
En güzel Veda Mesajı ( hoşçakal güzel insan bu sana son veda )
tutamadım ellerin yagmuru olsun
sarıpta doyamadım
opemedım gul tenın baharın olsun
sevıpte kanamadım
ördü kader aglarını kırdı yıne kollarını
bir canım var al oda senın olsun
ördü kader aglarını kırdı yıne kollarını
bir canım var al oda senın olsun
tutamadım ellerin yagmuru olsun
sarıpta doyamadım
opemedım gul tenın baharın olsun
sevıpte kanamadım
ördü kader aglarını kırdı yıne kollarını
bir canım var al oda senın olsun
ördü kader aglarını kırdı yıne kollarını
bir canım var al oda senın olsun
Acun Ilıcalı, Angelina Jolie röportajı
Acun Ilıcalı, Angelina Jolie röportajı
Acun Ilıca’nın son bombası Angelina Jolie. Daha önce pek çok dünya yıldızını programında ağırlayan Ilıcalı, bu kez Paris’te Jolie ile röportaj yapmaya hazırlanıyor. Röportaj, Angelina Jolie’nin son filmi ‘The Tourist’in galası sonrasında verilecek resepsiyonda gerçekleşecek. Filmin Türkiye dağıtımcısı Pinema Film’in sahibi Pamir Demirtaş’ın da katılacağı gala 3 Aralık’ta.
Pamir Demirtaş’ın çok eski arkadaşı olduğunu söyleyen Acun Ilıcalı, “Pamir benden Angelina Jolie ile röportaj yapmamı istedi. Onu kırmam söz konusu olamaz. Ayrıca Angelina Jolie şu ana kadar gördüğüm en hayırsever Hollywood yıldızı” diyerek oyuncuya olan hayranlığını dile getirdi.
Ilıcalı, sözlerine şöyle devam etti: Tası tarağı bırakıp Afganistan’da 10 gün kalıyor, oradan Kenya’ya gidiyor. Larry King’in şovunda da izledim. Konuşmaları çok güzel ve enteresan geldi. Bu yönlerini çok takdir ediyorum. Onunla hem tanışıp konuşmayı açıkçası ben de istedim. Konuşurken farklı, sıra dışı şeyler sormaya özen göstereceğim” dedi. (Milliyet)
Acun Ilıca’nın son bombası Angelina Jolie. Daha önce pek çok dünya yıldızını programında ağırlayan Ilıcalı, bu kez Paris’te Jolie ile röportaj yapmaya hazırlanıyor. Röportaj, Angelina Jolie’nin son filmi ‘The Tourist’in galası sonrasında verilecek resepsiyonda gerçekleşecek. Filmin Türkiye dağıtımcısı Pinema Film’in sahibi Pamir Demirtaş’ın da katılacağı gala 3 Aralık’ta.
Pamir Demirtaş’ın çok eski arkadaşı olduğunu söyleyen Acun Ilıcalı, “Pamir benden Angelina Jolie ile röportaj yapmamı istedi. Onu kırmam söz konusu olamaz. Ayrıca Angelina Jolie şu ana kadar gördüğüm en hayırsever Hollywood yıldızı” diyerek oyuncuya olan hayranlığını dile getirdi.
Ilıcalı, sözlerine şöyle devam etti: Tası tarağı bırakıp Afganistan’da 10 gün kalıyor, oradan Kenya’ya gidiyor. Larry King’in şovunda da izledim. Konuşmaları çok güzel ve enteresan geldi. Bu yönlerini çok takdir ediyorum. Onunla hem tanışıp konuşmayı açıkçası ben de istedim. Konuşurken farklı, sıra dışı şeyler sormaya özen göstereceğim” dedi. (Milliyet)
Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin Sevgili mi Haberin Detayı
Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin Sevgili mi Haberin Detayı
Tuba Büyüküstün ve Cansel Elçin farklı uçaklarla İstanbul’a döndü ve...
Haklarında aşk dedikodusu çıkan Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin bayram tatilini Paris’te geçirdi. Paris’ten dün dönen Cansel Elçin, Tuba Büyüküstün’le ilgili sorulara yanıt vermedi.
Haklarında aşk dedikodusu çıkan “Gönülçelen” dizisinin aşıkları Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin’in bayramda Paris’te olduğu ortaya çıktı.
Elçin’in Türkiye’ye yerleşmeden önce yaşadığı yer Paris’e dizinin bir sahnesinin çekimi için gittiği öğrenildi. Geçen ay 2 yıllık sevgilisi Sami Saydan ile yollarını ayıran Tuba Büyüküstün’ün de kendi sahnesi olmadığı halde Elçin’le beraber Paris‘e gitti. Milliyet'in haberine göre; Elçin dün öğlen saat 12.00’de bir erkek arkadaşıyla Paris’ten döndü. Oldukça neşeli olduğu görülen Elçin, 4 büyük bavulla İstanbul’a döndü. Elçin, “Tuba Hanım’la aşk dedikoduları için neler söyleyeceksiniz?” sorusuna yanıt vermedi. Özel hayatıyla ilgili konuşmayan Elçin, “Dizi nasıl gidiyor?” sorusuna ise “Gayet güzel” yorumu yaptı.
Büyüküstün’ün ise Elçin’le değil, başta bir uçakla dönmeyi tercih etmesi dikkat çekti. Büyüküstün geçen haftalarda Anadolu Yakası’ndaki evinin olduğu sitede köpeği Korsan’ı birlikte dolaştırırken görüldüğü Elçin’le aşk yaşadığı söylentilerini daha önce yalanlamıştı.
Tuba Büyüküstün ve Cansel Elçin farklı uçaklarla İstanbul’a döndü ve...
Haklarında aşk dedikodusu çıkan Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin bayram tatilini Paris’te geçirdi. Paris’ten dün dönen Cansel Elçin, Tuba Büyüküstün’le ilgili sorulara yanıt vermedi.
Haklarında aşk dedikodusu çıkan “Gönülçelen” dizisinin aşıkları Tuba Büyüküstün ile Cansel Elçin’in bayramda Paris’te olduğu ortaya çıktı.
Elçin’in Türkiye’ye yerleşmeden önce yaşadığı yer Paris’e dizinin bir sahnesinin çekimi için gittiği öğrenildi. Geçen ay 2 yıllık sevgilisi Sami Saydan ile yollarını ayıran Tuba Büyüküstün’ün de kendi sahnesi olmadığı halde Elçin’le beraber Paris‘e gitti. Milliyet'in haberine göre; Elçin dün öğlen saat 12.00’de bir erkek arkadaşıyla Paris’ten döndü. Oldukça neşeli olduğu görülen Elçin, 4 büyük bavulla İstanbul’a döndü. Elçin, “Tuba Hanım’la aşk dedikoduları için neler söyleyeceksiniz?” sorusuna yanıt vermedi. Özel hayatıyla ilgili konuşmayan Elçin, “Dizi nasıl gidiyor?” sorusuna ise “Gayet güzel” yorumu yaptı.
Büyüküstün’ün ise Elçin’le değil, başta bir uçakla dönmeyi tercih etmesi dikkat çekti. Büyüküstün geçen haftalarda Anadolu Yakası’ndaki evinin olduğu sitede köpeği Korsan’ı birlikte dolaştırırken görüldüğü Elçin’le aşk yaşadığı söylentilerini daha önce yalanlamıştı.
Fatih Projesi Nedir Fırsatları Arttırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH)
Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla başlatılan proje hayat ışığı olacak.
Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan “Fatih Projesi”yle okullarda her öğrenci, bilgisayarı kendi sınıfında kullanacak. 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar ile akıllı tahta konulacak.
İstanbul için düşündüğü ve sır gibi saklanan projesi tartışma konusu olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan, Milli Eğitim (MEB) ve Ulaştırma bakanlıklarınca ortak yürütülecek “Fatih Projesi”, sınıfları birer “teknoloji merkezi” haline getirecek. Projeyle, okullardaki bilgisayar odalarının kullanımına da son verilecek. Her öğrenci, bilgisayarı kendi sınıfında kullanacak. Üç yılda tamamlanacak proje ile 42 bin okuldaki 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, internet ve çok amaçlı yazıcı ve akıllı tahta sağlanacak.
FATİH PROJESİ NEDİR?
Fırsatları Arttırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi ile her sınıfta internete bağlı bir bilgisayar bulunması hedeflenecek. Daha önce okullara kurulan bilgisayar teknoloji (BT) sınıfları, proje tamamlanana kadar kullanılmaya devam edilecek. Projenin hayata geçmesiyle BT sınıflarındaki bilgisayarlar okul içerisinde dağıtılacak.
Projede, kara tahtanın yerini akıllı tahta alacak. Öğretmenler; bilgisayar, projeksiyon cihazı, özel kalem, tahta olarak kullanılacak platform ve yazılımdan oluşan “akıllı tahtada” harita, grafik ve video gösterimleri yapabilecek. 2 milyar TL harcanacak projede köy okullarına da bilgisiyar ulaştırılacak.
TAHTA EKRANDAN KİŞİSEL BİLGİSAYARA
Sınıflarda, e-kitaplarla ders yapılacak. Öğretmenler, klasik tahta yerine, doğrudan bilgisayara bağlı tahtalarla ders işleyecek. Öğrenciler, işlenen konuları, tahtadan kendi bilgisayarına aktarabilecek. Proje, Erdoğan, Nimet Çubukçu ve Binali Yıldırım’ın katılımıyla pazartesi günü tanıtılacak
Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan “Fatih Projesi”yle okullarda her öğrenci, bilgisayarı kendi sınıfında kullanacak. 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar ile akıllı tahta konulacak.
İstanbul için düşündüğü ve sır gibi saklanan projesi tartışma konusu olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan, Milli Eğitim (MEB) ve Ulaştırma bakanlıklarınca ortak yürütülecek “Fatih Projesi”, sınıfları birer “teknoloji merkezi” haline getirecek. Projeyle, okullardaki bilgisayar odalarının kullanımına da son verilecek. Her öğrenci, bilgisayarı kendi sınıfında kullanacak. Üç yılda tamamlanacak proje ile 42 bin okuldaki 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, internet ve çok amaçlı yazıcı ve akıllı tahta sağlanacak.
FATİH PROJESİ NEDİR?
Fırsatları Arttırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi ile her sınıfta internete bağlı bir bilgisayar bulunması hedeflenecek. Daha önce okullara kurulan bilgisayar teknoloji (BT) sınıfları, proje tamamlanana kadar kullanılmaya devam edilecek. Projenin hayata geçmesiyle BT sınıflarındaki bilgisayarlar okul içerisinde dağıtılacak.
Projede, kara tahtanın yerini akıllı tahta alacak. Öğretmenler; bilgisayar, projeksiyon cihazı, özel kalem, tahta olarak kullanılacak platform ve yazılımdan oluşan “akıllı tahtada” harita, grafik ve video gösterimleri yapabilecek. 2 milyar TL harcanacak projede köy okullarına da bilgisiyar ulaştırılacak.
TAHTA EKRANDAN KİŞİSEL BİLGİSAYARA
Sınıflarda, e-kitaplarla ders yapılacak. Öğretmenler, klasik tahta yerine, doğrudan bilgisayara bağlı tahtalarla ders işleyecek. Öğrenciler, işlenen konuları, tahtadan kendi bilgisayarına aktarabilecek. Proje, Erdoğan, Nimet Çubukçu ve Binali Yıldırım’ın katılımıyla pazartesi günü tanıtılacak
19 Kasım 2010 Cuma
Çakıl Taşları Dizisi yeni Sezon ne zaman başlayacak 2011
Çakıl Taşları Dizisi yeni Sezon ne zaman başlayacak 2011
bu mevsimde sezon finali yapan diziyide ilk defa görüyorum
ne zaman başlayacagı konusunda hala bir açıklama yok
meteoman.net
bu mevsimde sezon finali yapan diziyide ilk defa görüyorum
ne zaman başlayacagı konusunda hala bir açıklama yok
meteoman.net
Umut Murare Biyografisi Umut Murare Kimdir
Umut MÜRARE 1977 yılında İstanbul ‘da doğdu. İlk orta ve liseyi tamamladıktan sonra 3 yıl özel statüde konservatuar ve piyano eğitimi aldı. Müzikle lise yıllarında tanışan Umut MÜRARE 1994 yılında Faruk EKİN, Bilal YAŞAR ve Yusuf MERAL ile Grup KARDELEN’İ kurdu. Bu grupla 5 albüm çalışması yaptı. 1997 yılında müzik yönetmenliği ve aranjörlüğe ilk adımı attıktan sonra birçok değerli sanatçının albümüne söz ve besteleriyle de katkıda bulundu. Moral FM’de bir dönem program sunuculuğu, Sakarya’da ise yerel bir radyoda 3 yıl genel müdürlük ve program sunuculuğu yaptı. 2004 yılı Ekim ayında “Ben seni görmeden sevdim” adını verdiği ilk solo albümünü çıkarttı. Bu albüme ismini veren eser 2009 yılı 7.Türkçe olimpiyatları şiir katagorisinde dünya 1.si seçildi.Aralık 2007'de de 'Sensiz Olmuyor' adını taşıyan 2. albümünü dinleyicileri ile buluşturdu. 2010 yılında Ulusal bir kanal olan TV 5 de "Umut'la Anadolu Ekspresi" adında bir programın sunuculuğunu yapan sanatçı halen müzik yönetmenliği, aranjörlük, söz ve beste çalışmalarıyla sanat hayatına devam etmektedir.
Umut MÜRARE’NİN Müzik Yönetmenliği/Aranjörlük Yaptığı ve Katkıda Bulunduğu Albümler;
Grup KARDELEN: “Daha Ölmedik” , “Kavgalara Meydan”, “Adın Yeter”
Eşref ZİYA: “Hasret Gülleri”, “Sen Ağlama”, “Olmadı Dost”, “Beyaz Bir Ölüm”, “Klasikler 1-2-3”
Ersen DADAŞLAR: “Dönemem”
Murat GÖĞEBAKAN: “Sevgiliye”
Mustafa CİHAT: “Hüzün Mısraları”, “Tut Elimizden”, “Amenna”
ALPER: “En güzel Eşref Ziya Ezgileri”, “Su Gibi”
İkbal Gürpınar ve Marmara Çocuk Korosu: “Sen Gittin Gideli”
Abdullah: “Dileğim (my wish)”
Metin HABOĞLU: “Aşk-ı Derya”
Hakan BAYRAKTAR: “Aşk ve Gül”
Engin NOYAN: “99 Esma 99 Dua”
Yusuf Ziya ÖZKAN: “Kabirden Mektup”, “Ahiretten Mektup”, “Şeytanın Hileleri”
Dursun Ali ERZİNCANLI: “En Sevgiliye 3-4-5-6-7”
Enver SEYİTOĞLU: “Dinle Yavrum”
Haluk KURTOĞLU: “Ey Oğul”
Senai DEMİRCİ: “Kalpten Kalbe Dualar”, “Kıl Beni Ey Namaz”, “Her Güne Bir Dua”
Yusuf MERAL: “E Bıktık Artık”, “Ben Anadolu’nun Sesiyim”
Nisan KUMRU: “Ey Yolcu”
İbrahim SADRİ: “Bırakıp Gittiğin Kadarız”
Uğur ARSLAN: “Deniz Feneri”
Mehmet Çelik: “Sürgün Âşık”
Mustafa ALCAN: “Şifalı Şarkılar”
Hüsrev HATEMİ-Mürsel IŞIK: “Gün Akşamlıdır”
Akın AKINTÜRK: “Asi Çocuk”
Hasan Nail CANAT: “Dede ile Torun”
Marmara Çocuk Korosu: “Allah’ı Çok Seviyorum”
Altınoluk Çocuk Korosu: “Ellerim Küçük Daha”
Saliha-Zekeriya ERDİM: “Aile Okulu”
Meteoman.net - tutelimi
Âdem KARABEY: “Beyaz Güvercin”
Bekir SAĞLAM: “Peygamber İkliminden”
Yusuf CAN: “Kutlu Bir Sevda”
Grup Kardeşlik Çağrısı: “Nereye Bu Gidiş” (yalnızca başı)
Umut MÜRARE 1977 yılında İstanbul ‘da doğdu. İlk orta ve liseyi tamamladıktan sonra 3 yıl özel statüde konservatuar ve piyano eğitimi aldı. Müzikle lise yıllarında tanışan Umut MÜRARE 1994 yılında Faruk EKİN, Bilal YAŞAR ve Yusuf MERAL ile Grup KARDELEN’İ kurdu meteoman.net. Bu grupla 5 albüm çalışması yaptı. 1997 yılında müzik yönetmenliği ve aranjörlüğe ilk adımı attıktan sonra birçok değerli sanatçının albümüne söz ve besteleriyle de katkıda bulundu. Moral FM’de bir dönem program sunuculuğu, Sakarya’da... (devamı)
Msn adresinden Facebook da kişi Arama Kişi Bul
Msn adresinden Facebook da kişi Arama Kişi Bul
eskiden özel olarak msn adresinden arama yapılabiliyordu.Facebook artık o uygulamayı kaldırmış.Msn adresinden arama yapmak için normal arama kutusuna msn adresi yazmanı yeterlidir.
meteoman.net
eskiden özel olarak msn adresinden arama yapılabiliyordu.Facebook artık o uygulamayı kaldırmış.Msn adresinden arama yapmak için normal arama kutusuna msn adresi yazmanı yeterlidir.
meteoman.net
18 Kasım 2010 Perşembe
Geliyoo.com Türk arama Motoru
Geliyoo.com Türk arama Motoru
Tamamı Türk mühendislerden oluşan 150 kişilik ekip Google’a rakip arama motoru kurdu. Geliyoo.com şimdiden birçok kişi tarafından kullanılmaya başlandı.
Türkiye’nin ve dünyanın en gelişmiş veri arama teknolojisine sahip arama motoru Google’a güçlü hamle Geliyoo’dan geldi. Geliyoo CEO’su Buray Savaş Anıl yaptığı açıklamada, “Türkiye’de gelişen teknolojiye ve dünyanın internet pazarına yapmış olduğu yatırımları da göz önüne alarak, birçok teknolojik gelişmeyi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de yapabileceğini göstermek amacıyla Geliyoo.com kuruldu. Geliyoo kazancını Türkiye ile paylaşacak. Geliyoo’nun kuruluş amacı sadece Türkiye’de bulunan arama teknolojisini geliştirmek değil, asıl amacı Türk insanı ve Türk halkının da sevgisini kazanabilecek çalışmalara imza atmak” dedi.
Sosyal amaçlar
Geliyoo’nun çalışmalardan bazıları ise şu şekilde:
Türkiye’de dünyanın en büyük teknoloji üniversitesinin kurulmasını sağlamak. Türkiye’de toplum ahlakını ve düzenini korumaya yönelik çalışmaları geliştirmek. Porno ve benzeri içerikleri tamamen yasaklamak. Türkiye’nin kültürel zenginliklerini en iyi şekilde insanlara ve dünyaya tanıtmak. İstenildiğinde telif hakkı koruması sağlamak. Dünyanın en modern ve büyük camisini Türkiye’de inşa ederek bir ilki başarmak. Her gün bir evsizi ev sahibi yaparak toplumun kalkınmasına ve gelişimine katkıda bulunmak. Temiz bir Türkiye Cumhuriyeti, adından gururla söz edilen bir ülke yapısının oluşmasına yardımcı olmak.
Tamamı Türk mühendislerden oluşan 150 kişilik ekip Google’a rakip arama motoru kurdu. Geliyoo.com şimdiden birçok kişi tarafından kullanılmaya başlandı.
Türkiye’nin ve dünyanın en gelişmiş veri arama teknolojisine sahip arama motoru Google’a güçlü hamle Geliyoo’dan geldi. Geliyoo CEO’su Buray Savaş Anıl yaptığı açıklamada, “Türkiye’de gelişen teknolojiye ve dünyanın internet pazarına yapmış olduğu yatırımları da göz önüne alarak, birçok teknolojik gelişmeyi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de yapabileceğini göstermek amacıyla Geliyoo.com kuruldu. Geliyoo kazancını Türkiye ile paylaşacak. Geliyoo’nun kuruluş amacı sadece Türkiye’de bulunan arama teknolojisini geliştirmek değil, asıl amacı Türk insanı ve Türk halkının da sevgisini kazanabilecek çalışmalara imza atmak” dedi.
Sosyal amaçlar
Geliyoo’nun çalışmalardan bazıları ise şu şekilde:
Türkiye’de dünyanın en büyük teknoloji üniversitesinin kurulmasını sağlamak. Türkiye’de toplum ahlakını ve düzenini korumaya yönelik çalışmaları geliştirmek. Porno ve benzeri içerikleri tamamen yasaklamak. Türkiye’nin kültürel zenginliklerini en iyi şekilde insanlara ve dünyaya tanıtmak. İstenildiğinde telif hakkı koruması sağlamak. Dünyanın en modern ve büyük camisini Türkiye’de inşa ederek bir ilki başarmak. Her gün bir evsizi ev sahibi yaparak toplumun kalkınmasına ve gelişimine katkıda bulunmak. Temiz bir Türkiye Cumhuriyeti, adından gururla söz edilen bir ülke yapısının oluşmasına yardımcı olmak.
Caroline Willa Elles erotik filmi ortaya çıktı
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de Caroline karakteriyle dikkat çeken Wilma Elles'in (25) lezbiyen ilişkiyi konu alan erotik bir filmde rol aldığı ortaya çıktı.
Yuva yıkan Caroline'e ait erotik film
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' dizisinde canlandırdığı yuva yıkan Caroline karakteriyle dikkat çeken Wilma Elles'in (25) Almanya'da rol aldığı erotik bir film ortaya çıktı.
video aşırı erotik oldugu için yayınlamıyorum
Elles'in rol aldığı film, diziyle birlikte popülaritesi artınca internet sitelerinde 'tık'lanma rekoru kırmaya başladı. Almanya - Köln doğumlu Elles, lezbiyen bir aşkı konu alan filmde rahibeyi oynuyor. Elles'in geçmişte çektiği filmi gençlik hatası olarak değerlendirdiği öğrenildi.
Yuva yıkan Caroline'e ait erotik film
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' dizisinde canlandırdığı yuva yıkan Caroline karakteriyle dikkat çeken Wilma Elles'in (25) Almanya'da rol aldığı erotik bir film ortaya çıktı.
video aşırı erotik oldugu için yayınlamıyorum
Elles'in rol aldığı film, diziyle birlikte popülaritesi artınca internet sitelerinde 'tık'lanma rekoru kırmaya başladı. Almanya - Köln doğumlu Elles, lezbiyen bir aşkı konu alan filmde rahibeyi oynuyor. Elles'in geçmişte çektiği filmi gençlik hatası olarak değerlendirdiği öğrenildi.
16 Kasım 2010 Salı
Fox Tv Kirli Beyaz Dizisi Oyuncuları
Fox Tv Kirli Beyaz Dizisi Oyuncuları Oyuncu Kadrosu
Fox'un yeni dizisi Kirli Beyaz ne zaman başlayacak?
Fox'un intikam temalı yeni dizisinin yayın tarihi belli oldu... İşte Kirli Beyaz'ın izleyiciler ile buluşacağı tarih...
Burcu Kara, Sarp Levendoğlu, Şahnaz Çakıralp, Mustafa Uğurlu ve İdil Fırat'ın rol alacağı açıklanan Kirli Beyaz'ın yayın tarihi belli oldu.
Televizyon Gazetesi'nin haberine göre, tanıtımlarının birkaç gün içinde yayınlanması planlanan dizi 1 Aralık Çarşamba günü ekrana gelecek. Dizi bir intikam hikayesini konu alacak.
Fox'un yeni dizisi Kirli Beyaz ne zaman başlayacak?
Fox'un intikam temalı yeni dizisinin yayın tarihi belli oldu... İşte Kirli Beyaz'ın izleyiciler ile buluşacağı tarih...
Burcu Kara, Sarp Levendoğlu, Şahnaz Çakıralp, Mustafa Uğurlu ve İdil Fırat'ın rol alacağı açıklanan Kirli Beyaz'ın yayın tarihi belli oldu.
Televizyon Gazetesi'nin haberine göre, tanıtımlarının birkaç gün içinde yayınlanması planlanan dizi 1 Aralık Çarşamba günü ekrana gelecek. Dizi bir intikam hikayesini konu alacak.
14 Kasım 2010 Pazar
hintli kadınların bilezikleri Hint bilezik modası, Hint tarzı bilezikler,
@facebook.com Eposta Al @facebook.com Uzantılı Adres Alma
@facebook.com Eposta Al @facebook.com Uzantılı Adres Alma
Google ile aralarındaki rekabete atıfla “Gmail katili” olarak adlandırılan ve büyük bir gizlilik içinde yürütülen projenin çalışmalarına şubat ayında başlandığı tahmin ediliyor. Mail servisinin Facebook’un sayfa üzerinde açılan mevcut mesaj servisinden farklı bir sistemle yönetileceği düşünülüyor. Facebook uzantılı e-postanın diğerlerinden farklı kılan ise, Facebook altyapısının getirdiği avantajlar olacak. Facebook’taki arkadaş listelerine sahip olacak e-posta adresleri, kişilerin kiminle ne sıklıkla görüştüklerine dair bilgileri sisteme aktaracak. Bu sayede de kişisel mesajların, bir öncelik sıralamasıyla e-posta kutusuna düşeceği tahmin ediliyor.
Google ile aralarındaki rekabete atıfla “Gmail katili” olarak adlandırılan ve büyük bir gizlilik içinde yürütülen projenin çalışmalarına şubat ayında başlandığı tahmin ediliyor. Mail servisinin Facebook’un sayfa üzerinde açılan mevcut mesaj servisinden farklı bir sistemle yönetileceği düşünülüyor. Facebook uzantılı e-postanın diğerlerinden farklı kılan ise, Facebook altyapısının getirdiği avantajlar olacak. Facebook’taki arkadaş listelerine sahip olacak e-posta adresleri, kişilerin kiminle ne sıklıkla görüştüklerine dair bilgileri sisteme aktaracak. Bu sayede de kişisel mesajların, bir öncelik sıralamasıyla e-posta kutusuna düşeceği tahmin ediliyor.
13 Kasım 2010 Cumartesi
Öğrencinin okula aile ve çevreye karşı görevleri nelerdir
Yeni eğitim anlayışının temellerinden biriside, öğrencilerin sadece okulda değil, okul dışı ortamlarda da eğitimin önemli olduğu, öğrencilere kazandırılan bilgilerin pekiştirilmesi, uygulamaya dönüştürülmesi ve sürekliliğinin sağlanması için aile ve çevreninde okulla aynı anlayışa sahip kalınması gerçeğine dayandırılarak eğitim hizmetlerine yön verilmesidir
Çocuklar hayata hazırlanırken ilk ve en önemli izlenimlerini aile ve okulda edinmektedirler Aile ortamında kazandığı özellikler onun eğitimi yanında tüm yaşantısını etkileyerek izler bırakmaktadır Okulda kazandırılacak özellikler bu değerler üzerine inşa edileceğinden, çocuğun aile ve çevresiyle bir bütün olarak tanınması ve eğitim etkinliklerinde bu özelliklerin göz önüne alınarak ilgili çalışmaların yapılması yararlı olacaktır
Öğrencileri daha iyi eğitmek yetiştirmek ve hayata hazırlamak için onunla ilgili aile ve çevresinin de desteğini kazanmak gerekmektedir Aileler, okulda öğrenciye kazandırılan bilgi beceri tutum ve alışkanlıkları benimsemez, desteklemez ve sürekliliği için uygun ortam hazırlamazsa, okulda verilen eğitimin tüm çabalara rağmen başarısız olacağı bilinmelidir Günümüzde öğrenci üzerinde belirleyici güç sadece okul değil, çoğu zaman okul dışı aile, arkadaş gurubu, içinde yaşadığı çevre ve toplumsal yaşamın gerekleri yani okul dışı değişkenlerin çocuk üzerinde daha etkili olduğu bilinmektedir Bu nedenle tek başına okuldaki eğitim etkinlikleriyle çocuğun yaşamına yön vermek anlayışı yetersiz ve başarısız olacaktır
Yine öğrenciler yaşamlarının ve günlük zamanlarının 4/3’ü ev 4/1’i okul ortamında geçirmektedir Okul öğrenciyi şekillendirmede yegâne güç değildir Okulda öğrencilere kazandırılan özellikler her ne kadar iyi, doğru, yararlı olsa da, okul dışı ortamlar tarafından bozucu etkinin bulunması durumunda öğrenci için bir anlam ifade etmeyecektir Yani okulda öğrenilen şeyler okul dışına çıkıldığında geçerli olmalıdır Okul+aile ve çevrenin çocuk üzerinde ortak anlayış, değer ve beklenti içinde olmaları gerekmektedir Okulun ve çevrenin çocuk üzerindeki etkisinin, farklı beklentilerinin çocuktaki bütünsel gelişimi bozacağı, hatta kişilik bozukluklarına yol açacağı bilinmelidir
Çocuk hakkındaki okul ve ailenin beklentilerini uzlaştırmak gerekmektedir Bu nedenle okulda aile eğitimi çalışmalarına yer verilmelidir Okul ortamlarında özellikle okul yönetimi bu hizmetlere ihtiyaç duymalı, önemsemeli, ilgili çalışmaları planlamalı ve uygulamalıdır Çevrenin destek ve beklentisine cevap vermeyen, ailelerle dayanışma yapmayan okul daha nitelikli insan yetiştirmede yetersiz olacaktır
İşte aile eğitiminin amacı;
• Okulda yapılan çalışmalar hakkında velilere bilgi vermek,
• Öğrencilerin uyum, gelişim ve problemleri, ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri konusunda velileri bilgilendirmek,
• Velilerin okula bakış açısını olumlulaştırmak, okulun politikasını benimsettirmek,
• Eğitimin değiştirici, geliştirici, yararlı özellikleri olduğu inancını oluşturmak,
• Velilerin eğitim etkinliklerinde her türlü desteklerini kazanmak ve katılımlarını sağlamak,
• Veli ve çevreye her konuda danışmanlık hizmeti vermek,
• Velileri de olabildiğince çocuğun devamlı gelişiminin sağlanması için bilgilendirmek, insan yetiştirme konusunda aydınlatmak, sorumluluk duymalarını sağlamak,
• Okulu çevreye-çevreyi okula yararlı kılmak,
• Çocuklar üzerinde kontrolü yoğunlaştırmak
Kısaca: Öğrenciyi yetiştirirken okulda kazandırılan özelliklerin okul dışı ortamlarda da desteklenmesi-pekiştirilmesi, bilginin davranış haline gelmesi, bozucu etkinin en aza indirilmesi, öğrencinin sağlıklı, tutarlı ve devamlı gelişimi için, ailelerinde okulla birlikte aynı anlayışa sahip kılınmasıdır
Ailelerin okula bakış açılarını ve onların ihtiyaçlarını öğrenmede şu tür anket örnekleri kullanılabilir Genel eğitimle ilgili olarak:
• “Okul çocuğunuz üzerindeki beklentinizi karşılıyor mu?”
• “Sizce okulun, çocuğunuzun eğitiminde yetersiz olduğu noktalar nelerdir” Daha yararlı olabilmek için neler yapılmalıdır?”
• “Çocuğunuzun okuldaki durumu hakkında zamanında ve yeterince bilgilendiriliyor musunuz? Cevabınız ev değilse sizce neler yapılmalıdır”
• “Sizce çocuğunuzun yetersiz veya olumsuz gördüğünüz özellikleri nelerdir”
• “Çocuk okuldan memnun değilse, hangi noktalarda eleştiri yapmaktadır” Okul personeliyle ilişki düzeyini tespit etmede ise;
• “Okula geldiğinizde okul personelinden gerekli ilgiyi görüyor musunuz”
• “Personel-veli ilişkileri yetersizse, sözce geliştirilmesi için neler yapılmalıdır”
• “İlettiğiniz sorunların çözümüne yönelik gerekli çaba gösteriliyor mu”
• “Çocuğun eğitim, gelişim ve problemleriyle ilgili olarak sınıf öğretmeniyle gerekli işbirliği yapıyor musunuz? Yapamıyorsanız sizce nedeni ve çözümü nelerdir”
Bu ve buna benzer anketlerin kullanılması sonucunda, gerek okulun yetersiz kaldığı noktalar, gerek ise ailelerin ihtiyaçları, ele alınacak konuların öncelikleri tespit edilebilir, bu hizmetlerin uygulanmasına yol gösterebilir
OKUL-AİLE ETKİLEŞİMİNİN ENGELLERİ
Okul-çevre ilişkilerinin kurulması ve sürdürülmesinde şu şekilde bir takım dirençlerle de karşılaşılacağı hesaba katılmalıdır
Alışkanlıklar: İnsanlar genellikle yaptıkları işi aynı düzeyde sürdürmek eğilimindedirler Alışkanlıklarını değiştirecek değişimlerden hoşlanmaz ve yeni duruma direnç gösterirler Velilerde bu güne kadar çocuk eğitimi sadece okulda yapılır, okul zaten çocuk için en iyi olan şeyleri yapar, bana herhangi bir görev düşmez düşüncesine sahipken, eğitimin planlanması, yürütülmesi ve tüm süreçlere katılımı kendisinde bu yeni durum için direnç yaratacağı bilinmelidir
Güvenlik: Gerek veliler, gerekse personel bazı değişimleri, yeni bir uygulamaya gitmeyi, mevcut statik yapının bozulmasına yol açacak bir durum karşısında kendilerini güvenli hissetmeyebilirler Bazı ayrıcalıkların yitirileceği kaygısını taşımaktadırlar Bu nedenle güvenlik, statü ve ayrıcalıklarını korumak için karşı duruş davranışları gösterme eğilimleri artar
Ekonomik kayıba uğrama: Özellikle veliler okulda yapılacak aile eğitimi, aile rehberliği veya halkla ilişkiler başlığı altında verilen ve özünde öğrencilerin daha nitelikli yetişmesi için gerekli olan bu çabaların arkasında, okula yeni kaynak sağlamak düşüncesi olduğunu, kendilerinden yine para talep edileceği duygusundadırlar Bu kaygılara sahip aileler bu hizmetler için direnç göstereceklerdir
Bilinmeyen durumlar korkusu: İnsanlar doğal olarak kendisine yabancı olan, bilinmeyen, önceden kestirilemeyen ortamlarda kalınca korku duyarlar Aile eğitimi, okul çevre ilişkileri de gerek okul, gerekse aileler için yeni bir durumdur Bu süreç ne getirecektir, ben ne yapacağım, beni neler beklemektedir, bu hizmetler nasıl bir şeydir vb düşünceler bu etkinliklere katılımı engelleyebilir
İlgili olmama, gurup ilişkileri: İnsan kendi ilgi, çalışma alanı, ihtiyaç vb özelliklerine yakın konuları daha iyi kavramaktadır Eğer ailelerin okuldan ve çocuktan beklentileri yetersizse, eğitimin yararına inanmıyorsa bu çalışmalara ilgi duymayacaktır Yine çalışma ortamında ileri sürdüğü düşüncelerin başkaları tarafından nasıl algılanacağı, eleştiriye açık olma, alaya alınma, görüşlere gösterilen tepki yani gurup içi ilişkilerde katılımın önemli etkenlerindendir Okul-çevre ilişkilerinde çeşitli nedenlerden kaynaklanan bu dirençlerin giderilmesi için, belli başlı şu tür direnci yenme yollarının kullanılması uygun olacaktır
Eğitim, iletişim ve bilgilendirme: Eğer direnç göstermenin nedenleri yetersiz bilgiye sahip olunmadan, yanlış anlaşılmadan veya ne yapacağını bilememeden kaynaklanıyorsa, bu yöntem daha yararlı olacaktır Bu nedenle özellikle okul yönetimi velilere, okul çevre ilişkilerinin okulun daha iyi eğitim vermesi için gerekli olduğunu, okulun çevreyle bütünleşmesinin sağlanacağını, uygulamadaki aksaklıklar için velilerden öneri alınmasının önemini, okulun onlarında ortak malı olduğunu, velilerden beklentilerini, yani bu uygulamanın amacını, nasıl işleyeceğini kime ne görev düşeceğinin önceden velilere açıklayarak ve bilinmeyen durumları ortadan kaldırarak direnci-desteğe dönüştürmeye çalışmalıdır
Karara katılım-sorumluluk verme: İnsanlar kendi katılımları dışındaki uygulamaları daha rahat eleştirmekte, kendi karar, sorumluluk ve görevinin olduğu uygulamalara ise sahip çıkmaktadır Bu nedenle yapılacak uygulamalar öncesinde, mümkün olduğunca yoğun muhalefet gösteren velilerin, karara katılmalarına öncelik verilmeli ve görev yüklenmelidir Bu yöntem işi sekteye uğratmak moral çöküntüsüne neden olmak davranışlarını, destek vermeye dönüştürecektir
Desteklemek, kolaylaştırmak: Doğal olarak veliler arasında bazı eşitsizlikler bulunacağından, herkesten aynı başarıyı ve desteği beklemek yanlış olacaktır Bu nedenle okul-çevre ilişkilerindeki organizatörler bu durumu dikkate alarak, her veliye başarabileceği görevleri vermeli, bazı durumlarda bireysel olarak ilgilenmeli, işlerin yürütülmesinde kolaylık sağlanmalı, katılımın velinin gücü doğrultusunda beklemeli, bu yolla zorlanıyorsanız, sizin için şöyle bir yöntem deneyelim şeklindeki yaklaşımlarla veliler desteklenmelidir
Zorlamalar: Bütün tekniklerin kullanılması sonucu bir sonuç alınmadıysa, bundan sonra yasal yaptırımların son çare olarak kullanılması kaçınılmaz olacaktır Şöyleki; “bütün uyarılara, gösterilen çabaya rağmen çocuğun okula devamını sağlayamıyoruz Sizinle de uzun süredir görüşerek, çocuğumuzun okula devamının sağlanması konusunda yardımlarınızı istemiştik Ama bir sonuç alamadık Böyle giderse çocuğumuzun okuldan kaydının silinmesi için gerekli işlemlere başvuracağız bilginiz olsun” veya “okul olarak çocukların başarısı için çaba gösterdik Ama siz veli olarak okulda yapılan bu çalışmalarda bize destek olmadınız, şimdi ise benim çocuğum hala hiçbir şey bilmiyor diyorsunuz Bunun tek sorumlusu biz değiliz Sınavlarda başarı gösteremezse sınıf tekrarı yapacaktır, haberiniz olsun” Şeklinde yasal yaptırımların kullanılması, son çare olarak okula karşı direnci kırmanın bir yoludur
İşte okul çevre ilişki organizatörleri, aile eğitimindeki etkileşimi engelleyen, ailenin özellikleri, ailenin okul etkinliklerine niçin katılmadığının nedenleri, ailelerin gösterdikleri direnç ve etkilerin tutumları gibi faktörleri önceden bilmeli, çalışmalar öncesi bu yetersizlikleri tamamlamalı veya bu özelliklere uygun olarak aile etkinliklerini planlamalıdır
OKUL VE ÇEVRE İLİŞKİSİ
* Sosyal ve kültürel bir kurum olarak okul, çevresinin de sosyal ve kültürel merkezi olmalıdır Okul, çevresinin kendisinden beklentilerini yerine getirip onunla bütünleşmelidir
* Peki okul çevresinin nasıl sosyal ve kültürel merkezi olur? Bu ağır bir görev ve sorumluluk değil midir? Okul bu işi tek başına başarabilir mi?
* Elbette başarabilir Okul çevresinin sosyal ve kültürel merkezi olur Bu zor bir görev ve sorumluluktur ancak bir çok okulumuz bu görevi başarmıştır Bir okul "Ben şimdi çevremin sosyal ve kültürel merkezi olmak için plan yapıp çalışacağım" diyemez Bir defa böyle bir anlayış yanlıştır Okul, kurumsallaşarak, TKY felsefesine uygun çalışarak kendiliğinden çevresinin sosyal ve kültürel merkezi haline dönüşür Esasen okulu, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak ya da ayrı düşünmek yanlıştır
* Okul, bir öğretim yılı boyunca yapacağı eğitici ve öğretici çalışmaları, çevreden kopuk olarak yapamaz Öğretim yılı başında tüm planlamalar yapılır Çevre koşulları düşünülür Yapılacak yarışmalar, geziler, incelemeler, turnuvalar, sportif ve kültürel etkinlikler, veliler ve okul çevresi ile ilişkilendirilerek hazırlanır
* Okul çevreden ayrı asla düşünülemez Öncelikle okulun velileri okulun doğal çevresidir Bir de okulun bulunduğu yerleşim birimindeki resmi ve yerel yönetimlerle, sivil toplum kurum ve kuruluşlarını düşünecek olursak okulun çok büyük bir çevresi vardır Velilerin dışındaki resmi yönetim, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşları (dernekler, odalar, vakıflar, kulüplervb) okuldan her zaman güzel haberler almak isterler Okula davet edildiklerinde koşarak gelirler Okula hep yardımcı olmak isterler Okulda öğrencisi bulunmayan bu kurum ve kuruluşlar, gelecek toplumun okullarda yapılandırıldığının farkındadırlar
* Okulu, çevresi ile bütünleştirmek, çevresi ile sıcak iletişim ve ilişkiler kurmak, yine çağdaş eğitim yöneticisi olarak nitelendirdiğimiz okul müdürüne bağlıdır Onun bu işe bakışına, koşuşturmasına, çalışmasına bağlıdır Daha somut ifade etmek gerekirse okul müdürü, okulu sosyal ve kültürel bir merkez haline s****k istiyorsa şu çalışmaları ısrarla ve aksatmadan, istikrarlı bir şekilde yürütmelidir:
1 Okul-Aile Birliği : Yönetmeliğine uygun kurulmalı, yönetmeliğinde belirtilen görevler için çalıştırılmalıdır Okul müdürü, her ay okul aile birliğini toplamalı, okuldaki çalışmalar hakkında onları bilgilendirmeli, okulun çalışmalarını onların da çevrelerine ve diğer velilere anlatmalarını istemelidir Okul Aile Birliği ile öğretmenler arasında okul müdürü köPage Rankingü görevini yapmalıdır Okul Aile Birliği de okul ile veliler arasında köPage Rankingü görevini iyi yürütmelidir Tamamen okul müdürüne bağlı olarak etkin ve etkili olarak çalıştırılacak bir Okul Aile Birliği okula ve çevreye çok şeyler katacaktır Okulun her türlü etkinliklerine Okul Aile Birliği davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, kendilerine önem ve değer verildiği hissettirilmelidir Okul müdürü, Okul Aile Birliği üyelerine, öğretmenlerle iletişimlerinde, öğretmenlerin karşısına "Ben Okul Aile Birliği üyesiyim" şeklinde asla çıkmamalarını sürekli vurgulamalı, bu yönde telkinlerde bulunmalıdır Okul Aile Birliği, okulun en etkili sivil toplum kuruluşudur
2 Dernek- Vakıf : Okulun bir yan kuruluşu olan dernek - vakıf yönetimi ile okul müdürü iyi ve yapıcı ilişkiler içinde olmalıdır Okulun gereksinimi olan ders araç - gereçleri ve diğer gereksinimlerinin karşılanmasında bu kuruluşların yadsınmayacak büyüklükte katkıları olduğunu hepimiz bilmekteyiz Zaman zaman Okul Aile Birliğinin desteğini de kaydırarak bu kuruluşların çalışmalarına yardımcı olunmalı, okulun her türlü etkinliklerine davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, sıcak ilişki ve iletişim sürdürülmelidir
3 İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü : Okulun resmi olarak bağlı bulunduğu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile sıcak, istikrarlı ve etkili iletişim kurulmalıdır Çünkü okulun bir çok eksiği, bir çok resmi işi bu kurum tarafından yürütülmektedir Okulda yapılan tüm çalışmalar İlçe Milli eğitim Müdürlüğü'ne bildirilmeli, önemli tören ve toplantılara Müdür ve Şube Müdürleri davet edilmelidir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün güven ve desteğini sağlamak bir okul için çok önemlidir
4 Kaymakamlık : Okul Müdürü, ilçenin en üst düzey yöneticisi olan Kaymakam ile de ilişkilerini sıcak tutmaya, zaman zaman onu ziyaret ederek okulu hakkında bilgilendirmeye çalışmalıdır Okul ile ilgili bir çok problemin çözümünde Kaymakamın desteği çok önemlidir Okulun önemli kutlama, tören ve toplantılarına Kaymakam özel olarak davet edilmelidir
5 Garnizon Komutanlığı : Okul Müdürü Garnizon Komutanlığı ile de iletişim içinde olmalı, askeriyenin okula katacağı artı değeri göz ardı etmemelidir Ülkemizin bir çok yöresinde askeri birliklerin okullarımıza yaptıkları katkılar, yardımlar yadsınmayacak derecede büyüktür
6 Belediye : Yerel yönetimlerin okullara bakışları hep sıcak olmuştur Onların bu sıcak bakışlarını sürdürmek, okulun bir çok problemini çözmek ve desteklerinin sürekliliğini sağlamak için de Belediye Başkanı ile zaman zaman görüşülmeli, ziyaretine gidilmeli, okulun önemli tören ve toplantılarına davet edilmelidir Okulun doğabilecek su, kanalizasyon, bahçe düzenlemesi gibi bir çok sorununda belediyeden alınacak yardım ve teknik destek bir okul için çok önemlidir Okul Müdürü, yanına alacağı iki öğretmen ve Okul Aile Birliği üyeleri ile birlikte Belediye Başkanı'na yılda bir kez ziyarete gitmesi, bu desteğin sürekliliğini sağlayacaktır
7 Emekli Öğretmenler : Okulunuzdan veya diğer okullardan emekli olmuş olup, okul çevresinde oturan Emekli Öğretmenleri asla unutmamalıyız Okulun açılışında, kapanışında ve diğer toplantı ve törenlere onları davet etmeli, onlara okul havasını zaman zaman yaşatmalı, okulda çalışan öğretmenler ile emekli öğretmenler arasında diyaloglar kurdurmalı, toplumun şekillenmesinde, aydınlanmasında emeği geçmiş bu insanlara unutulmadıklarını anımsatmalıyız
8 Siyasi Partiler : Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarından siyasi partilerle ilişki okullarımız için çok önemlidir Devleti siyasi partilerin yönettiğini unutmamalıyız Siyasi partilerin toplum içinde köklü ve güçlü ilişkileri vardır Okul Müdürü, her hangi bir siyasi partinin kanadı altına girmeden, tüm partilere eşit uzaklıkta bir iletişim kanalı kurmalı, okulda yapılacak önemli toplantı ve törenlere onları davet etmelidir
9 Bankalar, 10 Dernekler, 11 Odalar, 12 Kulüpler, 13 Muhtarlar, 14 Resmi daireler, 15 Fabrikalar ve 16 Diğer kuruluşlar : Okul Müdürü, bu kurum ve kuruluşlarla da iletişim kanalları kurmalı, buralara ziyaretlere gitmeli, onları okula davet etmelidir Bazen bir davetiye, açamadığımız bir çok kapının açılmasına neden olabilecek, okulumuzun çevre ile iletişiminde, çevre tarafından tanınmasında etkili bir referans durumuna gelecektir
* * * Okullarımız çevre ile sıcak iletişim kurmak için aşağıdaki çalışmalara her öğretim yılında yer vermelidir :
* OKUL DERGİSİ : Her okul mutlaka yılda en az iki defa okul dergisi çıkartmalıdır Okulda yapılan her türlü çalışmaların yer aldığı, % 90 öğrencilerin emekleriyle meydana gelecek bu okul dergileri yukarıda sıraladığımız tüm kurum ve kuruluşlara gönderilmelidir Dergide emeği geçen ve adı bulunan öğrencilere, okulun öğretmen ve diğer çalışanlara öncelik tanınarak derginin dağıtımı planlanmalıdır Çevrede bulunan diğer her kademedeki okullara da bu dergi gönderilmelidir
* HALK OYUNLARI EKİBİ : Yurdumuzun çeşitli yörelerine ait Halk Oyunları Ekibi okulda kurulmalı, okulun açılışında, kapanışında, resmi bayramlarda ekip okulu temsil etmelidir Ayrıca çevrede yapılacak açılış ve törenlere ekip gönderilmeli, okulun reklamı canlı olarak yapılmalıdır
* MEZUNİYET TÖRENİ : Özellikle öğretim yılı sonunda yapılacak bir MEZUNİYET TÖRENİ, mezun olan öğrenciler ve velileri üzerinde unutulmaz etkiler bırakacaktır Velilerin, çevrenin takdirini toplayacaktır
* PANEL - TARTIŞMA ve BİLGİ YARIŞMALARI : Öğrencilerin hazırlayıp sundukları bu tür toplantılar, öğrencilerin kendilerini toplum karşısında ifade edebilmeleri açısından çok önemlidir Bu tür etkinlikler okulun çevresinde bulunan resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları üzerinde olumlu etkiler yaratmaktadır
* TURNUVALAR : Bahar aylarında düzenlenecek okul içi - okul dışı turnuvalar, öğrenci, öğretmen ve velilerde sportif etkinlik, başarıya koşma ve ekip ruhunu kazanmanın yanı sıra aidiyetlik duygusunu da geliştirmektedir
* YIL SONU SERGİSİ : Öğrencilerin el emeklerini anne babalarına bir sergi aracılığı ile göstermeleri onlar için çok önemlidir Anne- babalar da bu sergilerde çocuklarının çalışmalarını görmekten büyük haz ve mutluluk duyarlar
* TİYATRO : Yıl sonunda bir tiyatro oyununu sahneye koyması ve bunu protokole ve velilere sunması, izleyiciler üzerinde çok etkili olmaktadır
* OKULUN AÇILIŞ, KAPANIŞ TÖRENLERİ ve ULUSAL BAYRAMLAR: Her okul buna önem vermeli, yapacağı törenlere yukarıda sıralanan kurum ve kuruluşlar davet edilmelidir Ulusal Bayramlara okul en yüksek derecede hazırlıklı katılmalı ya da törenler hazırlamalıdır Bu törenler ve Ulusal Bayram Törenleri okulun, öğrenci ve öğretmenlerin çevre ile kaynaşmasını, çevrenin okulu daha iyi tanımasını sağlayacak ve okula çevrenin her türlü desteğini artıracaktır
* * * İşte yukarıda sıralanan ve benzer çalışmalarla okul çevresi ile kaynaşır, çevresinin sosyal ve kültürel bir merkezi haline dönüşür Okul yönetiminin ve öğretmenlerin yaratıcılıkları, bunu daha da geliştirecek, zenginleştirecek ve okulu çevre ile bütünleşecektir
Çocuklar hayata hazırlanırken ilk ve en önemli izlenimlerini aile ve okulda edinmektedirler Aile ortamında kazandığı özellikler onun eğitimi yanında tüm yaşantısını etkileyerek izler bırakmaktadır Okulda kazandırılacak özellikler bu değerler üzerine inşa edileceğinden, çocuğun aile ve çevresiyle bir bütün olarak tanınması ve eğitim etkinliklerinde bu özelliklerin göz önüne alınarak ilgili çalışmaların yapılması yararlı olacaktır
Öğrencileri daha iyi eğitmek yetiştirmek ve hayata hazırlamak için onunla ilgili aile ve çevresinin de desteğini kazanmak gerekmektedir Aileler, okulda öğrenciye kazandırılan bilgi beceri tutum ve alışkanlıkları benimsemez, desteklemez ve sürekliliği için uygun ortam hazırlamazsa, okulda verilen eğitimin tüm çabalara rağmen başarısız olacağı bilinmelidir Günümüzde öğrenci üzerinde belirleyici güç sadece okul değil, çoğu zaman okul dışı aile, arkadaş gurubu, içinde yaşadığı çevre ve toplumsal yaşamın gerekleri yani okul dışı değişkenlerin çocuk üzerinde daha etkili olduğu bilinmektedir Bu nedenle tek başına okuldaki eğitim etkinlikleriyle çocuğun yaşamına yön vermek anlayışı yetersiz ve başarısız olacaktır
Yine öğrenciler yaşamlarının ve günlük zamanlarının 4/3’ü ev 4/1’i okul ortamında geçirmektedir Okul öğrenciyi şekillendirmede yegâne güç değildir Okulda öğrencilere kazandırılan özellikler her ne kadar iyi, doğru, yararlı olsa da, okul dışı ortamlar tarafından bozucu etkinin bulunması durumunda öğrenci için bir anlam ifade etmeyecektir Yani okulda öğrenilen şeyler okul dışına çıkıldığında geçerli olmalıdır Okul+aile ve çevrenin çocuk üzerinde ortak anlayış, değer ve beklenti içinde olmaları gerekmektedir Okulun ve çevrenin çocuk üzerindeki etkisinin, farklı beklentilerinin çocuktaki bütünsel gelişimi bozacağı, hatta kişilik bozukluklarına yol açacağı bilinmelidir
Çocuk hakkındaki okul ve ailenin beklentilerini uzlaştırmak gerekmektedir Bu nedenle okulda aile eğitimi çalışmalarına yer verilmelidir Okul ortamlarında özellikle okul yönetimi bu hizmetlere ihtiyaç duymalı, önemsemeli, ilgili çalışmaları planlamalı ve uygulamalıdır Çevrenin destek ve beklentisine cevap vermeyen, ailelerle dayanışma yapmayan okul daha nitelikli insan yetiştirmede yetersiz olacaktır
İşte aile eğitiminin amacı;
• Okulda yapılan çalışmalar hakkında velilere bilgi vermek,
• Öğrencilerin uyum, gelişim ve problemleri, ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri konusunda velileri bilgilendirmek,
• Velilerin okula bakış açısını olumlulaştırmak, okulun politikasını benimsettirmek,
• Eğitimin değiştirici, geliştirici, yararlı özellikleri olduğu inancını oluşturmak,
• Velilerin eğitim etkinliklerinde her türlü desteklerini kazanmak ve katılımlarını sağlamak,
• Veli ve çevreye her konuda danışmanlık hizmeti vermek,
• Velileri de olabildiğince çocuğun devamlı gelişiminin sağlanması için bilgilendirmek, insan yetiştirme konusunda aydınlatmak, sorumluluk duymalarını sağlamak,
• Okulu çevreye-çevreyi okula yararlı kılmak,
• Çocuklar üzerinde kontrolü yoğunlaştırmak
Kısaca: Öğrenciyi yetiştirirken okulda kazandırılan özelliklerin okul dışı ortamlarda da desteklenmesi-pekiştirilmesi, bilginin davranış haline gelmesi, bozucu etkinin en aza indirilmesi, öğrencinin sağlıklı, tutarlı ve devamlı gelişimi için, ailelerinde okulla birlikte aynı anlayışa sahip kılınmasıdır
Ailelerin okula bakış açılarını ve onların ihtiyaçlarını öğrenmede şu tür anket örnekleri kullanılabilir Genel eğitimle ilgili olarak:
• “Okul çocuğunuz üzerindeki beklentinizi karşılıyor mu?”
• “Sizce okulun, çocuğunuzun eğitiminde yetersiz olduğu noktalar nelerdir” Daha yararlı olabilmek için neler yapılmalıdır?”
• “Çocuğunuzun okuldaki durumu hakkında zamanında ve yeterince bilgilendiriliyor musunuz? Cevabınız ev değilse sizce neler yapılmalıdır”
• “Sizce çocuğunuzun yetersiz veya olumsuz gördüğünüz özellikleri nelerdir”
• “Çocuk okuldan memnun değilse, hangi noktalarda eleştiri yapmaktadır” Okul personeliyle ilişki düzeyini tespit etmede ise;
• “Okula geldiğinizde okul personelinden gerekli ilgiyi görüyor musunuz”
• “Personel-veli ilişkileri yetersizse, sözce geliştirilmesi için neler yapılmalıdır”
• “İlettiğiniz sorunların çözümüne yönelik gerekli çaba gösteriliyor mu”
• “Çocuğun eğitim, gelişim ve problemleriyle ilgili olarak sınıf öğretmeniyle gerekli işbirliği yapıyor musunuz? Yapamıyorsanız sizce nedeni ve çözümü nelerdir”
Bu ve buna benzer anketlerin kullanılması sonucunda, gerek okulun yetersiz kaldığı noktalar, gerek ise ailelerin ihtiyaçları, ele alınacak konuların öncelikleri tespit edilebilir, bu hizmetlerin uygulanmasına yol gösterebilir
OKUL-AİLE ETKİLEŞİMİNİN ENGELLERİ
Okul-çevre ilişkilerinin kurulması ve sürdürülmesinde şu şekilde bir takım dirençlerle de karşılaşılacağı hesaba katılmalıdır
Alışkanlıklar: İnsanlar genellikle yaptıkları işi aynı düzeyde sürdürmek eğilimindedirler Alışkanlıklarını değiştirecek değişimlerden hoşlanmaz ve yeni duruma direnç gösterirler Velilerde bu güne kadar çocuk eğitimi sadece okulda yapılır, okul zaten çocuk için en iyi olan şeyleri yapar, bana herhangi bir görev düşmez düşüncesine sahipken, eğitimin planlanması, yürütülmesi ve tüm süreçlere katılımı kendisinde bu yeni durum için direnç yaratacağı bilinmelidir
Güvenlik: Gerek veliler, gerekse personel bazı değişimleri, yeni bir uygulamaya gitmeyi, mevcut statik yapının bozulmasına yol açacak bir durum karşısında kendilerini güvenli hissetmeyebilirler Bazı ayrıcalıkların yitirileceği kaygısını taşımaktadırlar Bu nedenle güvenlik, statü ve ayrıcalıklarını korumak için karşı duruş davranışları gösterme eğilimleri artar
Ekonomik kayıba uğrama: Özellikle veliler okulda yapılacak aile eğitimi, aile rehberliği veya halkla ilişkiler başlığı altında verilen ve özünde öğrencilerin daha nitelikli yetişmesi için gerekli olan bu çabaların arkasında, okula yeni kaynak sağlamak düşüncesi olduğunu, kendilerinden yine para talep edileceği duygusundadırlar Bu kaygılara sahip aileler bu hizmetler için direnç göstereceklerdir
Bilinmeyen durumlar korkusu: İnsanlar doğal olarak kendisine yabancı olan, bilinmeyen, önceden kestirilemeyen ortamlarda kalınca korku duyarlar Aile eğitimi, okul çevre ilişkileri de gerek okul, gerekse aileler için yeni bir durumdur Bu süreç ne getirecektir, ben ne yapacağım, beni neler beklemektedir, bu hizmetler nasıl bir şeydir vb düşünceler bu etkinliklere katılımı engelleyebilir
İlgili olmama, gurup ilişkileri: İnsan kendi ilgi, çalışma alanı, ihtiyaç vb özelliklerine yakın konuları daha iyi kavramaktadır Eğer ailelerin okuldan ve çocuktan beklentileri yetersizse, eğitimin yararına inanmıyorsa bu çalışmalara ilgi duymayacaktır Yine çalışma ortamında ileri sürdüğü düşüncelerin başkaları tarafından nasıl algılanacağı, eleştiriye açık olma, alaya alınma, görüşlere gösterilen tepki yani gurup içi ilişkilerde katılımın önemli etkenlerindendir Okul-çevre ilişkilerinde çeşitli nedenlerden kaynaklanan bu dirençlerin giderilmesi için, belli başlı şu tür direnci yenme yollarının kullanılması uygun olacaktır
Eğitim, iletişim ve bilgilendirme: Eğer direnç göstermenin nedenleri yetersiz bilgiye sahip olunmadan, yanlış anlaşılmadan veya ne yapacağını bilememeden kaynaklanıyorsa, bu yöntem daha yararlı olacaktır Bu nedenle özellikle okul yönetimi velilere, okul çevre ilişkilerinin okulun daha iyi eğitim vermesi için gerekli olduğunu, okulun çevreyle bütünleşmesinin sağlanacağını, uygulamadaki aksaklıklar için velilerden öneri alınmasının önemini, okulun onlarında ortak malı olduğunu, velilerden beklentilerini, yani bu uygulamanın amacını, nasıl işleyeceğini kime ne görev düşeceğinin önceden velilere açıklayarak ve bilinmeyen durumları ortadan kaldırarak direnci-desteğe dönüştürmeye çalışmalıdır
Karara katılım-sorumluluk verme: İnsanlar kendi katılımları dışındaki uygulamaları daha rahat eleştirmekte, kendi karar, sorumluluk ve görevinin olduğu uygulamalara ise sahip çıkmaktadır Bu nedenle yapılacak uygulamalar öncesinde, mümkün olduğunca yoğun muhalefet gösteren velilerin, karara katılmalarına öncelik verilmeli ve görev yüklenmelidir Bu yöntem işi sekteye uğratmak moral çöküntüsüne neden olmak davranışlarını, destek vermeye dönüştürecektir
Desteklemek, kolaylaştırmak: Doğal olarak veliler arasında bazı eşitsizlikler bulunacağından, herkesten aynı başarıyı ve desteği beklemek yanlış olacaktır Bu nedenle okul-çevre ilişkilerindeki organizatörler bu durumu dikkate alarak, her veliye başarabileceği görevleri vermeli, bazı durumlarda bireysel olarak ilgilenmeli, işlerin yürütülmesinde kolaylık sağlanmalı, katılımın velinin gücü doğrultusunda beklemeli, bu yolla zorlanıyorsanız, sizin için şöyle bir yöntem deneyelim şeklindeki yaklaşımlarla veliler desteklenmelidir
Zorlamalar: Bütün tekniklerin kullanılması sonucu bir sonuç alınmadıysa, bundan sonra yasal yaptırımların son çare olarak kullanılması kaçınılmaz olacaktır Şöyleki; “bütün uyarılara, gösterilen çabaya rağmen çocuğun okula devamını sağlayamıyoruz Sizinle de uzun süredir görüşerek, çocuğumuzun okula devamının sağlanması konusunda yardımlarınızı istemiştik Ama bir sonuç alamadık Böyle giderse çocuğumuzun okuldan kaydının silinmesi için gerekli işlemlere başvuracağız bilginiz olsun” veya “okul olarak çocukların başarısı için çaba gösterdik Ama siz veli olarak okulda yapılan bu çalışmalarda bize destek olmadınız, şimdi ise benim çocuğum hala hiçbir şey bilmiyor diyorsunuz Bunun tek sorumlusu biz değiliz Sınavlarda başarı gösteremezse sınıf tekrarı yapacaktır, haberiniz olsun” Şeklinde yasal yaptırımların kullanılması, son çare olarak okula karşı direnci kırmanın bir yoludur
İşte okul çevre ilişki organizatörleri, aile eğitimindeki etkileşimi engelleyen, ailenin özellikleri, ailenin okul etkinliklerine niçin katılmadığının nedenleri, ailelerin gösterdikleri direnç ve etkilerin tutumları gibi faktörleri önceden bilmeli, çalışmalar öncesi bu yetersizlikleri tamamlamalı veya bu özelliklere uygun olarak aile etkinliklerini planlamalıdır
OKUL VE ÇEVRE İLİŞKİSİ
* Sosyal ve kültürel bir kurum olarak okul, çevresinin de sosyal ve kültürel merkezi olmalıdır Okul, çevresinin kendisinden beklentilerini yerine getirip onunla bütünleşmelidir
* Peki okul çevresinin nasıl sosyal ve kültürel merkezi olur? Bu ağır bir görev ve sorumluluk değil midir? Okul bu işi tek başına başarabilir mi?
* Elbette başarabilir Okul çevresinin sosyal ve kültürel merkezi olur Bu zor bir görev ve sorumluluktur ancak bir çok okulumuz bu görevi başarmıştır Bir okul "Ben şimdi çevremin sosyal ve kültürel merkezi olmak için plan yapıp çalışacağım" diyemez Bir defa böyle bir anlayış yanlıştır Okul, kurumsallaşarak, TKY felsefesine uygun çalışarak kendiliğinden çevresinin sosyal ve kültürel merkezi haline dönüşür Esasen okulu, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak ya da ayrı düşünmek yanlıştır
* Okul, bir öğretim yılı boyunca yapacağı eğitici ve öğretici çalışmaları, çevreden kopuk olarak yapamaz Öğretim yılı başında tüm planlamalar yapılır Çevre koşulları düşünülür Yapılacak yarışmalar, geziler, incelemeler, turnuvalar, sportif ve kültürel etkinlikler, veliler ve okul çevresi ile ilişkilendirilerek hazırlanır
* Okul çevreden ayrı asla düşünülemez Öncelikle okulun velileri okulun doğal çevresidir Bir de okulun bulunduğu yerleşim birimindeki resmi ve yerel yönetimlerle, sivil toplum kurum ve kuruluşlarını düşünecek olursak okulun çok büyük bir çevresi vardır Velilerin dışındaki resmi yönetim, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşları (dernekler, odalar, vakıflar, kulüplervb) okuldan her zaman güzel haberler almak isterler Okula davet edildiklerinde koşarak gelirler Okula hep yardımcı olmak isterler Okulda öğrencisi bulunmayan bu kurum ve kuruluşlar, gelecek toplumun okullarda yapılandırıldığının farkındadırlar
* Okulu, çevresi ile bütünleştirmek, çevresi ile sıcak iletişim ve ilişkiler kurmak, yine çağdaş eğitim yöneticisi olarak nitelendirdiğimiz okul müdürüne bağlıdır Onun bu işe bakışına, koşuşturmasına, çalışmasına bağlıdır Daha somut ifade etmek gerekirse okul müdürü, okulu sosyal ve kültürel bir merkez haline s****k istiyorsa şu çalışmaları ısrarla ve aksatmadan, istikrarlı bir şekilde yürütmelidir:
1 Okul-Aile Birliği : Yönetmeliğine uygun kurulmalı, yönetmeliğinde belirtilen görevler için çalıştırılmalıdır Okul müdürü, her ay okul aile birliğini toplamalı, okuldaki çalışmalar hakkında onları bilgilendirmeli, okulun çalışmalarını onların da çevrelerine ve diğer velilere anlatmalarını istemelidir Okul Aile Birliği ile öğretmenler arasında okul müdürü köPage Rankingü görevini yapmalıdır Okul Aile Birliği de okul ile veliler arasında köPage Rankingü görevini iyi yürütmelidir Tamamen okul müdürüne bağlı olarak etkin ve etkili olarak çalıştırılacak bir Okul Aile Birliği okula ve çevreye çok şeyler katacaktır Okulun her türlü etkinliklerine Okul Aile Birliği davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, kendilerine önem ve değer verildiği hissettirilmelidir Okul müdürü, Okul Aile Birliği üyelerine, öğretmenlerle iletişimlerinde, öğretmenlerin karşısına "Ben Okul Aile Birliği üyesiyim" şeklinde asla çıkmamalarını sürekli vurgulamalı, bu yönde telkinlerde bulunmalıdır Okul Aile Birliği, okulun en etkili sivil toplum kuruluşudur
2 Dernek- Vakıf : Okulun bir yan kuruluşu olan dernek - vakıf yönetimi ile okul müdürü iyi ve yapıcı ilişkiler içinde olmalıdır Okulun gereksinimi olan ders araç - gereçleri ve diğer gereksinimlerinin karşılanmasında bu kuruluşların yadsınmayacak büyüklükte katkıları olduğunu hepimiz bilmekteyiz Zaman zaman Okul Aile Birliğinin desteğini de kaydırarak bu kuruluşların çalışmalarına yardımcı olunmalı, okulun her türlü etkinliklerine davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, sıcak ilişki ve iletişim sürdürülmelidir
3 İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü : Okulun resmi olarak bağlı bulunduğu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile sıcak, istikrarlı ve etkili iletişim kurulmalıdır Çünkü okulun bir çok eksiği, bir çok resmi işi bu kurum tarafından yürütülmektedir Okulda yapılan tüm çalışmalar İlçe Milli eğitim Müdürlüğü'ne bildirilmeli, önemli tören ve toplantılara Müdür ve Şube Müdürleri davet edilmelidir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün güven ve desteğini sağlamak bir okul için çok önemlidir
4 Kaymakamlık : Okul Müdürü, ilçenin en üst düzey yöneticisi olan Kaymakam ile de ilişkilerini sıcak tutmaya, zaman zaman onu ziyaret ederek okulu hakkında bilgilendirmeye çalışmalıdır Okul ile ilgili bir çok problemin çözümünde Kaymakamın desteği çok önemlidir Okulun önemli kutlama, tören ve toplantılarına Kaymakam özel olarak davet edilmelidir
5 Garnizon Komutanlığı : Okul Müdürü Garnizon Komutanlığı ile de iletişim içinde olmalı, askeriyenin okula katacağı artı değeri göz ardı etmemelidir Ülkemizin bir çok yöresinde askeri birliklerin okullarımıza yaptıkları katkılar, yardımlar yadsınmayacak derecede büyüktür
6 Belediye : Yerel yönetimlerin okullara bakışları hep sıcak olmuştur Onların bu sıcak bakışlarını sürdürmek, okulun bir çok problemini çözmek ve desteklerinin sürekliliğini sağlamak için de Belediye Başkanı ile zaman zaman görüşülmeli, ziyaretine gidilmeli, okulun önemli tören ve toplantılarına davet edilmelidir Okulun doğabilecek su, kanalizasyon, bahçe düzenlemesi gibi bir çok sorununda belediyeden alınacak yardım ve teknik destek bir okul için çok önemlidir Okul Müdürü, yanına alacağı iki öğretmen ve Okul Aile Birliği üyeleri ile birlikte Belediye Başkanı'na yılda bir kez ziyarete gitmesi, bu desteğin sürekliliğini sağlayacaktır
7 Emekli Öğretmenler : Okulunuzdan veya diğer okullardan emekli olmuş olup, okul çevresinde oturan Emekli Öğretmenleri asla unutmamalıyız Okulun açılışında, kapanışında ve diğer toplantı ve törenlere onları davet etmeli, onlara okul havasını zaman zaman yaşatmalı, okulda çalışan öğretmenler ile emekli öğretmenler arasında diyaloglar kurdurmalı, toplumun şekillenmesinde, aydınlanmasında emeği geçmiş bu insanlara unutulmadıklarını anımsatmalıyız
8 Siyasi Partiler : Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarından siyasi partilerle ilişki okullarımız için çok önemlidir Devleti siyasi partilerin yönettiğini unutmamalıyız Siyasi partilerin toplum içinde köklü ve güçlü ilişkileri vardır Okul Müdürü, her hangi bir siyasi partinin kanadı altına girmeden, tüm partilere eşit uzaklıkta bir iletişim kanalı kurmalı, okulda yapılacak önemli toplantı ve törenlere onları davet etmelidir
9 Bankalar, 10 Dernekler, 11 Odalar, 12 Kulüpler, 13 Muhtarlar, 14 Resmi daireler, 15 Fabrikalar ve 16 Diğer kuruluşlar : Okul Müdürü, bu kurum ve kuruluşlarla da iletişim kanalları kurmalı, buralara ziyaretlere gitmeli, onları okula davet etmelidir Bazen bir davetiye, açamadığımız bir çok kapının açılmasına neden olabilecek, okulumuzun çevre ile iletişiminde, çevre tarafından tanınmasında etkili bir referans durumuna gelecektir
* * * Okullarımız çevre ile sıcak iletişim kurmak için aşağıdaki çalışmalara her öğretim yılında yer vermelidir :
* OKUL DERGİSİ : Her okul mutlaka yılda en az iki defa okul dergisi çıkartmalıdır Okulda yapılan her türlü çalışmaların yer aldığı, % 90 öğrencilerin emekleriyle meydana gelecek bu okul dergileri yukarıda sıraladığımız tüm kurum ve kuruluşlara gönderilmelidir Dergide emeği geçen ve adı bulunan öğrencilere, okulun öğretmen ve diğer çalışanlara öncelik tanınarak derginin dağıtımı planlanmalıdır Çevrede bulunan diğer her kademedeki okullara da bu dergi gönderilmelidir
* HALK OYUNLARI EKİBİ : Yurdumuzun çeşitli yörelerine ait Halk Oyunları Ekibi okulda kurulmalı, okulun açılışında, kapanışında, resmi bayramlarda ekip okulu temsil etmelidir Ayrıca çevrede yapılacak açılış ve törenlere ekip gönderilmeli, okulun reklamı canlı olarak yapılmalıdır
* MEZUNİYET TÖRENİ : Özellikle öğretim yılı sonunda yapılacak bir MEZUNİYET TÖRENİ, mezun olan öğrenciler ve velileri üzerinde unutulmaz etkiler bırakacaktır Velilerin, çevrenin takdirini toplayacaktır
* PANEL - TARTIŞMA ve BİLGİ YARIŞMALARI : Öğrencilerin hazırlayıp sundukları bu tür toplantılar, öğrencilerin kendilerini toplum karşısında ifade edebilmeleri açısından çok önemlidir Bu tür etkinlikler okulun çevresinde bulunan resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları üzerinde olumlu etkiler yaratmaktadır
* TURNUVALAR : Bahar aylarında düzenlenecek okul içi - okul dışı turnuvalar, öğrenci, öğretmen ve velilerde sportif etkinlik, başarıya koşma ve ekip ruhunu kazanmanın yanı sıra aidiyetlik duygusunu da geliştirmektedir
* YIL SONU SERGİSİ : Öğrencilerin el emeklerini anne babalarına bir sergi aracılığı ile göstermeleri onlar için çok önemlidir Anne- babalar da bu sergilerde çocuklarının çalışmalarını görmekten büyük haz ve mutluluk duyarlar
* TİYATRO : Yıl sonunda bir tiyatro oyununu sahneye koyması ve bunu protokole ve velilere sunması, izleyiciler üzerinde çok etkili olmaktadır
* OKULUN AÇILIŞ, KAPANIŞ TÖRENLERİ ve ULUSAL BAYRAMLAR: Her okul buna önem vermeli, yapacağı törenlere yukarıda sıralanan kurum ve kuruluşlar davet edilmelidir Ulusal Bayramlara okul en yüksek derecede hazırlıklı katılmalı ya da törenler hazırlamalıdır Bu törenler ve Ulusal Bayram Törenleri okulun, öğrenci ve öğretmenlerin çevre ile kaynaşmasını, çevrenin okulu daha iyi tanımasını sağlayacak ve okula çevrenin her türlü desteğini artıracaktır
* * * İşte yukarıda sıralanan ve benzer çalışmalarla okul çevresi ile kaynaşır, çevresinin sosyal ve kültürel bir merkezi haline dönüşür Okul yönetiminin ve öğretmenlerin yaratıcılıkları, bunu daha da geliştirecek, zenginleştirecek ve okulu çevre ile bütünleşecektir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)