23 Eylül 2010 Perşembe

Kurtlar Vadisi Pusu Uzun İnce Bir Yoldayım Müziği İndir

Kurtlar Vadisi Pusu ,kv pusu Uzun İnce Bir Yoldayım,Uzun İnce Bir Yoldayım Müziği


kurtlar vadisinden yeni bir müzik bekliyodum ama bunu hiç beklemiyodum.Aşık veysel in Uzun ince bir yoldayım türküsüde kurtlar vadisine girmiş oldu.yarın müziği buradan dinleyebilirsiniz.İyi seyirler.
Müzik Eklendi.

Linkmeteoman.net ten alıntı.

Dille İlgili Atasözleri ve Anlamları

Dil İle İlgili Özdeyişler ve Anlamları
Dil ile ilgili deyim Örnekleri Dil İle ilgili atasözü Örnekleri Dil ile özdeyiş örnekleri ve anlamları

Dil ile ilgili atasözü
Dil ile ilgili atasözü deyim özdeyiş Dilim bana giydirir kilim
Dilin kemiği yoktur
Dil yüreğin kepçesidir
Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur

Dil ile ilgili deyim
Dil dökmek
Dillere destan olmak

Dil ile ilgili özdeyiş
“Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı böylece yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır”

“Batı dillerinin hiçbirinden aşağı olmamak üzere onlardaki kavramları anlatacak keskinliği açıklığı taşıyan Türk bilim dili terimleri türetilecektir”

“Öyle istiyorum ki Türk Dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun Bütün dallarda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel uyumlu dilimizi kullansınlar”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dil ile ilgili vecizeler – Dil ile ilgili atasözleri – Dil ile ilgili deyimler
Bilelim ki millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır (K Atatürk)
·· Türk demek dil demektir (K Atatürk)
·· Bu memleket tarihte Türktü Bugün de Türktür ve ebediyyet Türk olarak kalacaktır (KAtatürk)
·· Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır (KAtatürk)
·· Medenî olmayan insanlarmedenî olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur (K Atatürk)
·· Türk çetin işler başarmak için yaratılmıştır (K Atatürk)
·· Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım (K Atatürk)
·· Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin yaşayacak neticeler vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir (KAtatürk)
·· Hiçbir millet diğer bir milletin yaptığı usulleri telakki ve taklit etmek cihetini iltizam etmemelidir (K Atatürk)
·· Millete efendilik yoktur Hadimlik vardır Bu millete hizmet eden onun efendisi olur (KAtatürk)

Dil İle İlgili Özdeyişler ve Anlamları

Dil ile ilgili deyim Örnekleri Dil İle ilgili atasözü Örnekleri Dil ile özdeyiş örnekleri ve anlamları

Dil ile ilgili atasözü
Dil ile ilgili atasözü deyim özdeyiş Dilim bana giydirir kilim
Dilin kemiği yoktur
Dil yüreğin kepçesidir
Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur

Dil ile ilgili deyim
Dil dökmek
Dillere destan olmak

Dil ile ilgili özdeyiş
“Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı böylece yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır”

“Batı dillerinin hiçbirinden aşağı olmamak üzere onlardaki kavramları anlatacak keskinliği açıklığı taşıyan Türk bilim dili terimleri türetilecektir”

“Öyle istiyorum ki Türk Dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun Bütün dallarda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel uyumlu dilimizi kullansınlar”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dil ile ilgili vecizeler – Dil ile ilgili atasözleri – Dil ile ilgili deyimler
Bilelim ki millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır (K Atatürk)
·· Türk demek dil demektir (K Atatürk)
·· Bu memleket tarihte Türktü Bugün de Türktür ve ebediyyet Türk olarak kalacaktır (KAtatürk)
·· Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır (KAtatürk)
·· Medenî olmayan insanlarmedenî olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur (K Atatürk)
·· Türk çetin işler başarmak için yaratılmıştır (K Atatürk)
·· Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım (K Atatürk)
·· Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin yaşayacak neticeler vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir (KAtatürk)
·· Hiçbir millet diğer bir milletin yaptığı usulleri telakki ve taklit etmek cihetini iltizam etmemelidir (K Atatürk)
·· Millete efendilik yoktur Hadimlik vardır Bu millete hizmet eden onun efendisi olur (KAtatürk)

Dil ile ilgili deyim Örnekleri Dil İle ilgili atasözü Örnekleri Dil ile özdeyiş örnekleri ve anlamları

Dil ile ilgili deyim Örnekleri Dil İle ilgili atasözü Örnekleri Dil ile özdeyiş örnekleri ve anlamları

Dil ile ilgili atasözü
Dil ile ilgili atasözü deyim özdeyiş Dilim bana giydirir kilim
Dilin kemiği yoktur
Dil yüreğin kepçesidir
Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur

Dil ile ilgili deyim
Dil dökmek
Dillere destan olmak

Dil ile ilgili özdeyiş
“Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı böylece yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır”

“Batı dillerinin hiçbirinden aşağı olmamak üzere onlardaki kavramları anlatacak keskinliği açıklığı taşıyan Türk bilim dili terimleri türetilecektir”

“Öyle istiyorum ki Türk Dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun Bütün dallarda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel uyumlu dilimizi kullansınlar”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dil ile ilgili vecizeler – Dil ile ilgili atasözleri – Dil ile ilgili deyimler
Bilelim ki millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır (K Atatürk)
·· Türk demek dil demektir (K Atatürk)
·· Bu memleket tarihte Türktü Bugün de Türktür ve ebediyyet Türk olarak kalacaktır (KAtatürk)
·· Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır (KAtatürk)
·· Medenî olmayan insanlarmedenî olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur (K Atatürk)
·· Türk çetin işler başarmak için yaratılmıştır (K Atatürk)
·· Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım (K Atatürk)
·· Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin yaşayacak neticeler vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir (KAtatürk)
·· Hiçbir millet diğer bir milletin yaptığı usulleri telakki ve taklit etmek cihetini iltizam etmemelidir (K Atatürk)
·· Millete efendilik yoktur Hadimlik vardır Bu millete hizmet eden onun efendisi olur (KAtatürk)

Atatürk'ün Sporcuya Verdiği Önem Hakkında Yazı Atatürk'ün Spor ve Sporcuya Verdiği Önem

Atatürk'ün Sporcuya Verdiği Önem Hakkında Yazı Atatürk'ün Spor ve Sporcuya Verdiği Önem

Atatürk'ün Spor ve Sporcuya Verdiği Önem - Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş bir toplum yaratmanın bütün unsurlarını tespit etmiş ve gerekli çözüm yollarını da beraberinde Türk Milleti’nin ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Atatürk’ün her konuda olduğu gibi, spor konusundaki görüşleri de çağdaş, günümüz şartlarıyla bağdaşan, kalıcı ve geçerli görüşlerdir. Atatürk, emanetinin yücelmesi ve gelişmiş batılı ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için genç kuşağın bedenen, ruhen, zihnen, fikren, ahlâken ve ilmen iyi yetiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. Bu nedenle Atatürk, gençliğin “beden eğitimi ve spor” faaliyetlerine spor ve sporcuya büyük önem vermiştir. Bu önem Atatürk’ün sporcu kişiliğinden de kaynaklanmaktadır.

Sporu her yönü ile teşvik eden Ulu Önder Atatürk, spor sayesinde zindelik ve güç kazanılacağını söylüyordu. Sağlık açısından vazgeçilmez bir unsur olan sporu kendisi de yapmaktaydı. En çok sevdiği spor ise güreşti. Güreşi her yönü ile teşvik ettiği gibi sık sık güreş müsabakalarını da izlemekteydi. Başarılı olan Milli güreşçileri tebrik edip ödüllendirdiği gibi, onların galibiyeti ile heyecanlanır, büyük sevinç duyardı. Özel bir sevgi duyduğu ağır sıklet dünya şampiyonumuz Çoban Mehmet’le bir müsabaka sonrası Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde şakalaşmış ve ona şöyle demişti:
- Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet, seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
- Çoban Mehmet’in cevabı ise; “Sizi bütün dünya yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?…” şeklindeydi.
Büyük Atatürk, Çoban Mehmet’in bu cevabı karşısında duygulanmış ve kendisini alnından öpmüştü.

Atatürk’ün bilfiil yaptığı üç spor vardı. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbul’da geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları… Yaz aylarında, Florya Köşkü’nde istirahatta bulunduğu günlerde sandala binerek kürek çekmeden çok hoşlandığı bilinen bir gerçektir. “Denize inmek medeniyetin şiarıdır” diyen Atatürk, İstanbul Fenerbahçe kıyılarının gençliğin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez haline getirilmesi yolunda ilgililere direktifler vermişti. Onun için sporu her yönü ile destekleyen, bazı spor dallarını ise bilfiil yapan Atatürk’ün spora verdiği değeri Türk Gençliğinin yetişmesi açısından rehber olarak görmek lazımdır.

Atatürk, her alanda olduğu gibi sporda da bilim yolundan ayrılmamayı tavsiye ederken, sporun üzerinde ısrarla durmuş ve ona yeni bir benlik kazandırmıştır. “Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar, beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir” sözleriyle de bunu kanıtlamıştır.

Atatürk dönemi spor politikası incelendiğinde, onun konuya bugünkü manâda baktığı, ancak o günün imkan ve şartları ile ülke yönetimi doğrultusunda olaya devletçi bir yaklaşım gösterdiği anlaşılmaktadır.

Ulu önderin Türk sporundaki ilk imzasını izcilikte görmekteyiz. 1915 yılında, “Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliği” ne atanmasından kısa süre sonra bir rapor hazırlayarak zamanın hükümetine sunar. Bu raporunda Miralay rütbesindeki Mustafa Kemal’in Genç Dernekleri Yönetmeni olarak, üzerinde durduğu ana noktalar şunlardı:

Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dahilinde yetiştirilmelidir.
Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.
Beden eğitimi ders Saatleri arttırılmalıdır.
Atatürk’ün Türk sporuna gerçek desteği ve katkısı sporun ülkede yaygınlaştırılması ve örgütlenmesi yolunda olmuştur. Türkiye’nin ilk spor teşkilatı olan “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” 1922′de İstanbul’da kurulmuştu. Cumhuriyet ilkelerine bağlı olarak kurulan bu ilk spor cemiyetinin ve federasyonlarının yöneticileri Atatürk’ün yarattığı ortamla seçimle belirlenmiş ve demokratik bir şekilde spor örgütlenmelerinin temelleri atılmıştı. Atatürk o günlerde, “Türk sosyal yapısında spor hareketlerini düzenlemekte görevli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak amacıyla bir spor politikası oluşturamazlar. Esas olan, bütün, her yaştaki Türkler için beden terbiyesini sağlamaktır” diyerek, sporda hedefin halkın sağlığı ve toplum sporu olduğunu işaret ederek, günümüzde hâla erişilmek istenen ideal olan “Herkes İçin Spor” hedefini tespit etmiş ve görevlileri bu konuda uyarmıştır.

16 Ocak 1923 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ)” kamu yararına dernek olarak kabul edilmiş ve böylece ilk kez devlet spora ve sporcuya destek ve yardım elini uzatmıştır. Nitekim, Yeni Türk Devleti’nin bütün kaynak ve imkansızlıklarına rağmen, 1924 Paris Olimpiyatları’na katılma kararı da takdire şayan bir uygulama idi ve kararın altında Atatürk’ün imzası vardı.

1924 yılında yayınlanan köy yasası ile köylerde güreş, cirit ve atıcılık gibi köy oyunlarını özendirici hükümlere yer verilmiştir. 1930 yılında çıkarılan Belediye Yasası, belediyelere “çocuk bahçeleri, spor alanları, yerel ihtiyaçlara uygun stadyumlar yapmak ve işletmek” gibi yükümlülükler getirmiştir. Bu Gün hala uygulanmasına ihtiyaç duyulan bu yasanın, Atatürk’ün ölümünden sonra uygulanmamasının sonuçlarını bizler yaşadık; dileğimiz çocuklarımızın yaşamaması. Yine 1932 yılında Atatürk’ün talimatıyla kurulan halkevlerinin yapması gereken çalışmalar arasına spor da eklenmiştir.

Türk sporu, Atatürk döneminde devletin kontrolü Altına girmiştir. 1936′da Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın yerine yarı resmi bir kuruluş olan “Türk Spor Kurumu” kurulmuş ve zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağlanmıştır.

Milli mücadeleye başlamak, Misak-ı Milli’yi ilan etmek ve Kuvayı Milliye’yi kurmak amacıyla, Samsun’da Anadolu topraklarına Ayak bastığı 19 Mayıs 1919 gününü de TBMM’nin 20 Haziran 1938 tarihinde 3466 sayılı kararı ile “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kabul edilmesini sağlayarak, Türk gençliğine verdiği önemi ortaya koymuştur. 23 Nisan Çocuk Bayramı gibi dünyada eşine rastlanmayacak kararlardan birini daha alan ve yasalaştıran Atatürk, Türk gençliğini spora yönlendirerek, enerjilerini vatansever bir duygu içinde, Türkiye’nin kalkınmasına yönlendirmeyi amaçlamıştır.

Atatürk’ün direktifleriyle hazırlanan ve ülkemiz sporunu 48 yıl yönlendiren 3530 sayılı “Beden Terbiyesi Kanunu” 29 Haziran 1938 Günü kabul edilmiştir. Atatürk’ün hastalığı yüzünden, TBMM’nin 1 Kasım 1938′deki açılışında Başbakan Celal Bayar tarafından okunan nutkunda spor için söylediği son sözleri şöyledir: ” Her çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan çok daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğinin spor bakımından da milli heyecan içinde itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır. Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Yüksek Kurultayın kabul ettiği “Beden Terbiyesi Kanunu’nun tatbikine geçildiğini görmekle memnunum”.

Görüldüğü gibi, Atatürk’ün spor anlayışı, geçliğe yaklaşımı ve düşünceleri günümüzde güncelliğini hala korumaktadır.Ancak bu kadar açık yol gösterici liderimize rağmen sporda istenilen noktaya henüz ulaşılabildiğimiz söylenemez. Buna rağmen sporun yaygınlaşmasında, eğitiminde, uluslar arası spor organizasyonlarında gerek milli takımlar düzeyinde gerekse kulüp takımları düzeyinde son yıllarda alınan başarılı sonuçlar ve spor tesislerindeki önemli artışlar sevindirici gelişmeler olarak kaydedilebilir. Bu gelişmeler, yeni nesillerin Atalarından alacakları ilhamla Türkiye’nin geleceğe daha emin adımlarla ilerleyeceğini ve her alanda olduğu gibi spor alanında da layık olduğu yere geleceğini göstermektedir.

Atatürk'ün Matematik Alanında Yaptığı Çalışmalar Nelerdir Örnekleri

Atatürk'ün Matematik Alanında Yaptığı Çalışmalar

Atatürk'ün Matematik Alanında Yaptığı Çalışmalar - Atatürk'ün yaşamında (1881-1938) ilk olağanüstü başarısı, 1893 yılında, çocukluk çağında, orta öğrenimi döneminde matematik dersinde olmuş ve bunun sonucu olarak dersin öğretmeni O'nun adına "Kemal" ismini eklemiştir. Atatürk, Selanik Askeri Rüştiyesinde" geçen bu olayla ilgili anısını şöyle anlatıyor:

"... Rüştiyede en çok matematiğe merak sardım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar belki de daha fazla bilgi edindim. Derslerin üstündeki sorularla uğraşıyordum, yazılı sorular düzenliyordum. Matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu. Öğretmenimin ismi Mustafa idi, bir gün bana dedi ki:
-"Oğlum senin de ismin Mustafa benim de. Bu, böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun."
O zamandan beri ismim gerçekten Mustafa Kemal oldu.

Öğretmen sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize:
"Aramızda kendine kimler güveniyor kalksınlar, onları müzakereci (çalıştırıcı) yapacağım" dedi.Önce duraksadım. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim. Bunlardan birinin çalıştırıcılığı altına girdim, çalışmanın ortasında daha fazla dayanamadım. Ayağa kalkarak:
-"Ben bundan daha iyi yaparım" dedim, bunun üzerine öğretmen beni çalıştırıcı yaptı. Eski çalıştırıcıyı benim müzakerem altına verdi.Askeri Rüştiyeyi bitirdiğimde matematik merakım epeyce ilerlemişti. Manastır Askeri İdadisinde matematik pek kolay değildi. Bununla uğraşımı sürdürdüm... İdadide iken bıkmaksızın çalışıyorduk. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı. Sonunda idadiyi bitirdim. Harbiyeye geçtim, burada da matematik merakı sürüyordu..." Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesindeyken, matematik öğretmeni yüzbaşı Mustafa efendi sınıfa gelmediğinde, onun yerine birçok kez bu dersi vermiştir.

Atatürk, yaşamının askeri öğrenim sonrası dönemlerini, ulusal ve uluslar arası büyük savaş ve devrim olayları içinde, aklın ve bilimin kılavuzluğunu izleyen Büyük Asker, Ulusal ve Çağdaş Devlet kurucusu, "Yirminci Yüzyılın Gerçek Önderi" olarak geçirdi. O'nun bu dönemlerde, ölümünden yaklaşık birbuçuk yıl öncesine değin matematikle ne ölçüde uğraştığını bilmiyoruz.Bu konuda, Türk Dil Kurum Başuzmanı A.Dilaçar'ın 10.11.1971 tarihli bir yazısı çok ilginç bilgiler vermektedir. Bu yazıdan öğrendiğimize göre,
"Atatürk ölümünden birbuçuk yıl kadar önce, üçüncü Türk Dil Kurultayından (24-31 Ağustos 1936) hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında kendi eliyle Geometri adlı bir kitap yazmıştır".Atatürk, bunu, birtakım Fransızca geometri kitaplarını okuduktan sonra hazırlamış ve yapıt ilk kez 1937 yılında "Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır".

Bu 44 sayfalık yapıttaki boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir.Yapıttaki tanımların tümünü Atatürk yazmıştır. Her tanım, ilgi kavramı tüm öğeleriyle eksiksiz ve açık biçimde anlatmakta, özel ve temelli nitelikleri içermektedir. Gerekli ve yeterli örnekler de verilmiştir. Tanınmış bilim tarihçisi Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, tam bir yetkiyle, bu Geometri kitabını, "küçük fakat anıtsal bir yapıt" diye nitelendirmiştir.

Atatürk, yaşamının önemli bir kesimini tarihin en büyük savaşlarından birinin içinde, ulusal ve evrensel sorumluluklar yüklenerek geçirdikten yıllarca sonra, düzenli bir mantık ve bilgi disiplini kesinlikle gerektiren matematik alanında, yeni türettiği terimlerle böylesine özlü bir yapıtı yazmakla, dil ve matematikteki üstün yeteneğini kanıtlamıştır. Atatürk'ün yaşamında çok belirgin bir örneğini izlediğimiz gibi, aslında dil ile matematiksel kültür arasında sıkı bağıntı vardır. Atatürk'ün dehasında, dil ve matematik gibi aklın değişik disiplinleri birbirini karşılıklı olarak hep olumlu yönde etkilemiş ve geliştirmiştir. Atatürk, "Fen terimleri o suretle yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin"demiş ve bunu, Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını türetirken üstün bir başarıyla gerçekleştirmiştir.Atatürk'ü, "Geometri" adlı yapıtını yazmaya zorlayan nedenleri, O'nun dil çalışmalarını yakından izlemek olanağını bulabilen tanınmış dil uzmanı A. Dilaçar şöyle açıklıyor:

" ... Atatürk hep matematikle uğraşırdı. Eski geometri terimleri çok ağdalı idi. Gen bile, uzun uzun bu terimleri okuduğum halde, şimdikiler Imışısında güçlüğünü daha iyi anlıyorum. Pedagojide bir gerçek var: Fıkır yolunun açık olması, bir ip ucunun bulunması lazımdır. Yoksa bir külçe gibi çöker. Müselles kelimesini ele alalım. Arapça okullarımızdan kaldırılmıştır. Sülüs'ten müştak (türetilmiş) bir kelime olduğunu öğrenin nasıl bilsin? Arapça soğurucu bir dildir. Örneğin "müsteşrik" "şark" kelimesinden gelmiş bir kelimedir. Önüne, ortasına, arkasına birtakım heceler eklenmiş. Bunun aslını bulmak bir Arapça gramer meselesidir, Okullarımızdan Arapça, Farsça kaldırılmış olduğundan, öğren id "müselles"i küde kelime olarak karşısında görecektir. "Uç" aklına gelmeyecektir. Ama müselles yerine "üçgen" dersek, hır üç var. "Gen". Atatürk'e göre "genişlikten" alınmıştır. Bir ipucu var. "Dörtgen" dörtten gelmiştir. Bir ipucu vardır. "Eşit", denk anlamında olan "eş"ten gelmiştir. Ama müsavi Arapça bir kelimedir. Bu sebeple Atatürk'ün prensipleri burada da doğru idi. On im için bu en ağdalı olan bu bilim dalını ele aldı ve kitabı örnek olarak bıraktı..."

Atatürk'ün matematik terimlerini türetme ve bunları öğretime yerleştirme çalışmaları konusunda Prof. Dr. Vecibe Latıpoğlu, şu bilgilen veriyor:" ... Atatürk, matematiği iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır, denilebilir. Çünkü Türk Dili (Belleten)'in Şubat 1937 tarihli yayınından bir ay sonra, Atatürk, ceyb (sinüs) ve tece^b (koşmuş)'m Türkçe karşılıklarının bulunması için 29 Mart 1937 tarihli Ulus Gazetesine ilan verdirerek bir yarışma açtırmıştır... Sonunda hazırlanan bütün terimler, Türk Dili (Belleten) dergisinin Ekim 1937 tarihli sayısında yer almıştır. Terimler, Türkçe-Osmanlıca, Osmanlıca-Türkçe, Fransızca-Türkçe olmak üzere sıralanmış ve ön sırayı matematik terimleri almıştır...

Atatürk terim çalışmalarının ülkedeki etkisini öğrenmek için, 1937 yılı sonbaharında, Sivas'a giderek, vaktiyle Sivas Kongresini topladığı lise binasında, dokuzuncu sınıfın geometri dersine girmiştir''. Bu derste eski terimlerle öğrenimin zorluğunu birkez daha saptayan Atatürk, "Bu anlaşılmaz terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez" diyerek kitabı atmış ve sonra tahta başına geçip "dili" yerine "kenar", "müselles" yerine "üçgen", "müselles mütesaviyül adla" yerine "eşkenar üçgen", "zaviye" yerine "açı" terimlerini kullanarak ünlü Pisagor teoremini öğrencilere anlatmıştır"'. Atatürk, bu inceleme gezisinde yanında bulunan Kültür Bakanı Saffet Arıkan'a tüm okul kitaplarının yeni terimlerle, hemen yarılması emrini vermiş ve Türkçeleştirilmiş terimlerle iki ayda hazırlanan kitaplar bütün okullara Kültür Bakanlığınca gönderilmiştir' .

Atatürk'ün türettiği matematik terimleri ve yaptığı geometri tanımlarının hemen hemen tümü bugüne değin değişmeksizin kullanıla gelmiştir. O'nun türettiklerinden sadece birkaç terim sonradan küçük ölçüde değiştirilmiştir. Örneğin Fransızca "hypothese'in karşılığı olan Osmanlıcıdaki" faraziye'nin yerine Atatürk, Türkçe "varsayı" terimini türetmiş ve sonradan bu terim varsayım" biçimini almıştır. Aynı şekilde O'nun "tümey açı", "bütey açı" terimlerinin yerini "tümler açı", "bütünler açı" terimleri almıştır. Çok az sayıda ve sınırlı olan bu terim değişikliklerini, Atatürk'ün dildeki temel ilkesinin doğruluğunun birer kanıtı saymak gerekir.

Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk'ün çalışmalarını yıllarca yakından izleyebilmiş insanlardan biri olarak, O'nun bilime ve matematiğe verdiği önemi şöyle belirtiyor:
" ... Atatürk, kendi yetiştiği devrin müspet ilimlerini mesleki uzmanlığı bakımından bellediği vakit, berrak ve müspet bir görüşe sahip olabileceğini ve her hangi bir meseleyi matematiksel bir kesinlikle çözümlemeyi hedef tuttuğunu söylerdi."

Prof. Dr. A. İnan, 25.1.1982 tarihli özel bir yazısında' ', bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:" Bilindiği gibi ilim konusu iki büyük bölümde işlenir ve bunlardan faydalanılır: Müspet ilimler, Sosyal ilimler.Atatürk gerek öğrencilik devirlerinde gerekse ömrü boyunca bu her iki ilimden çok faydalanmıştır. Mesela tarih onun için bir geçmişin hikayesi değil, günümüzde bu olanlardan ders almanın önemli olduğuna inanmıştır.

Diğer taraftan asıl müspet ilimlerin başında gelen matematik bilgisi Atatürk için başlıca bir konudur. Çünkü matematik insan topluluklarına müspet yol gösteren re uygulamasında yarar sağlayan müspet bir ılım dalıdır. İşte Atatürk bu ilime çok değer verdiği için hem nazarı kısımları çok iyi bellemiş, hem de bunların uygulamasına her bakımdan önem vermiştir. Hatta matematik terimlerinin bugün kullandığımı; deyimleri tamamen kendi buluşları ile saptamıştır.

Atatürk bu konuda konuşurken özellikle söylediklerinden şunları anımsıyorum: "Ben öğrenim devrimde matematik konusuna çok önem ı'ermiş ini dır ve bundan hayatımın çeşitli safhalarında başarı elde etmek için faydalanmış olduğumu söyleyebilirim. Onun için herkes matematik bilgisinin çok gerekli olduğuna inanmalıdır."

Matematiksel kühüre böylesine önem veren Atatürk'ün bu konudaki çalışmaları, tarihte çok az sayıda örneklerine rastlayabildiğimiz Büyük Eğitimci niteliği de olan devlet adamlarından bin olarak kendisine seçkin bir yer sağutmada etken olmuştu. O'nun olağanüstü başarılı yaşamı, akademisinin girişine "Matematik bilmeyen buruya girmesin" diye yazan, antik çağın ünlü filazofu Platon (Eflatun) (M.Ö. 427-347.)'ün bu dileğinin yararını modern çağda kanıtlamıştır, denilebilir.

Kurtuluş Savaşına Katkıda Bulununan Türk Kadınları Kimlerdir İsimleri

Kurtuluş Savaşına Katkıda Bulununan Türk Kadınları Kimlerdir İsimleri

Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Katkıları - 1. Dünya Savaşı nın ardından Anadolu topraklarının İtilaf Devletleri tarafından işgali, Türk halkının top yekûn bir Kurtuluş Savaşına girişmesine sebep olmuştur. Bu mücadele Türk halkı için bir hayal mücadelesinden çok yaşadığı topraklara sahip çıkma, hayat mücadelesi haline dönüşmüştür.İstanbul hükümetinin işgallere karşı tedbir almaması üzerine halk tarafından başlatılan mücadelenin en önemli adımı; Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ve Anadolu'daki hareketin önderi olmasıdır. Kurtuluş Savasının hazırlık aşaması diyebileceğimiz, kongreler ve Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşunun ardından T.B.M.M.'in açılışı ve savaş döneminde erkekler kadar kadınlar da her alanda görev almışlardır. Osmanlı Devleti'nin XX. yüzyılın başında arka arkaya girdiği savaşlar ile birlikte silah altına alınan erkek nüfusun yerine çalışma sahasına giren kadınlar: şimdi de, memleketin dört bir yanında başlayan işgalleri protesto etmek amacıyla mitingler düzenleyerek mücadelenin ilk adımını atmışlardı. Bu mitinglerin ilki 14-15 Mayıs 1919 gecesi İzmir'de gerçekleştirilmiştir.

İzmir'in işgalinin ardından İstanbul’da düzenlenen mitinglerde konuşma yapanlar arasında bulunan Halide Edip, Nakiye Elgün, Müfide Ferit Tek ve onları destekleyen binlerce Türk kadını, bu savaşta erkeklerin yanında mücadeleye hazır olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur.İstanbul'da 19 Mayıs günü düzenlenen mitingde bir konuşma yapan Halide Edip: "Hanımlar! Bugün elimizde top. tüfek denilen alet yok; fakat ondan büyük, ondan kuvvetli bir silahımız var: Hak ve AllahTüfek ve top düşer, hak ve Allah bakidir. Topun yüzüne tükürecek kadar evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman. milliyet duygusu var. Biz dünyada millet sınıfına lâyık bir millet olduğumuzu, erkek, kadın, halta çocuklarımıza kadar ispat etlik" sözleriyle; bu savaşın milletin her ferdinin savası olduğunu belirtmiştir.

30 Mayıs !919'da ikinci Sultanahmet Mitinginde Nakiye Elgün: "Efendiler! Fatih'in, Selim'in, Süleyman'ın mezarını, ecdadının ebedî âbideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur etmiyorum, çıkmayacaksınız, bırakmayacaksınız. Biz de daima sizinle beraber olacağız... Önümüzde acık iki yol var: Biri, tarihimize sanımızla devam etmek, diğeri gözlerimizle beraber tarihimizi de kapayıp ebediyete götürmektir."

Milli Mücadele'nin Önemli safhalarından biride; kadınların kurduğu ve amaçları vatanın kurtarılmasına hizmet etmek olan bu cemiyetlerdir. Hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız, Kasaba İslam Kadınları Cemiyeti bunlardan biridir."5 Kasım 1919'da Sİvas'da Anadolu Kadınları Müdafai Vatan Cemiyeti kurulmuştur. Kurucuları Sivas Valisi Resi! Pasa'nın eşi Melek Hanım ve arkadaşlarıdır. Cemiyetin kuruluş amacı açıklanırken tüm İslâm kadınlarının derneğin doğal üyesi olduğu kabul edilmiştir. Amasya, Kayseri, Niğde. Erzincan. Burdur, Pınarhisar. Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal'da Cemiyetin şubeleri açılmıştır. İşgallere karsı çeşitli devletlerin yetkililerine telgraflar gönderilmiştir. Dernek Mustafa Kemal'in de desteğini almış ve gönderdiği telgraf ile T.B.M .M.'in açılışına gösterdikleri ilgiye ve yurtsever hislerine teşekkür etmiştir. Dernek; Maraş ve İzmir'deki mücahitlere ve felaketzedelere verilmek üzere para yardımı kampanyası açmıştır.

Milli Mücadele'de doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan kadınlarımızın sayısı hiç de az değildir. Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele'ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir. Çankırı'lı Yusuf kızı Emine, Amasya'lı Adil kızı Zeynep, Erzincan'lı Osman kızı Emine, Adana'lı Ayşe. Gaziantepli Güldane şehit edilen arşiv belgelerinden tespit edilebilen birkaç şehit kadınımızın ismidir. "" Bu kadınlarımızın bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde kurşunlanarak şehit edilmiş, veya yaralı olarak hastahaneye getirilmiş ve orada vefat etmiştir.
Kurtuluş Savaşında Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mücadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir.

Tarihimizde düşmanla cephede bizzat mücadele eden şahsiyetlerin timsali 93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun ile başlayan memleketi düşmanlardan kurtarma azmi. Milli Mücadele'de had safhaya ulaşmıştır. Kurtuluş Savaşının cephelerinde görev alan ve tespit edebildiğimiz kadınlarımızın bazıları şunlardır:

Kara Fatma (Fatma Seher Erden)

1888 yılında Erzurum'da doğdu. Subay Derviş Bey ile evlenmiş onunla birlikte Balkan Savaşına katılmıştır. I, Dünya Savaşında ailesinde 9-10 kadınla birlikte Kafkas Cephesine gitmiş, Mondros Ateşkesinden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilince etrafına topladığı kadınlarla birlikte Ermenilere karşı çarpışmıştır. Erzurum'da Mustafa Kemal ile yaptığı görüşme sonucunda görev istemiş, kurduğu çetesiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtulması için çalışmıştır Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu müfrezesinde 35 kişi bulunuyordu. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharabesine katıldı. Afyon civarında Yunanlılara esir düşmüş ve yine kendi çabalarıyla kurtulmuş, ardından üsteğmen rütbesine yükseltilmiştir. Üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlamıştır. 1954 yılında T.B.M.M. tarafından yeniden maaş bağlanmıştır. Erzurum'da 1955 yılında vefat etmiştir.

Ayşe Hanım

Yunanlıların İzmir'i işgali ile Milli Mücadele'ye katılmış, Aydın civarındaki mücadeleye ve I.-II. İnönü savaşlarına katılmıştır. Sakarya Savaşı'nda yaralanmış ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönmüştür. Başarılarından dolayı binbaşılığa yükseltilmiştir. Mücadele'nin kazanılmasından sonra Ankara'ya gelmiş ancak burada bavulunu çaldırdığı için evrakları kaybolmuştur. Okuması olmadığından, sonraları Merkez bankası'nda hademe olarak çalışmıştır.

Tayyar Rahmiye

Osmaniye'nin Kaziyeler köyünden olan Rahmiye Fransızlara karşı 9, Tümenin yaptığı mücadeleye müfrezesiyle katılmıştır, Temmuz 1920'de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" demiş, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için İleriye atıldığında şehit düşmüştür.

Hatice (Kılavuz) Hatun

Adana Pozantı'da Fransız kuvvetlerine Tekir Yaylasından Mersin'e ulaşacak en kısa yolu yanlış göstererek Türk askerinin eline düşmelerini sağlamıştır.

Kara Fatma Şimşek

1921-1922 "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu mürettep Süvarisi emrinde müstakil Süvari müfrezesinde görev yapmıştır.

Tarsuslu Kara Fatma

8-10 kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşlarına katılmış, Tarsus'un kurtarılmasında yararlılık göstermiştir.

Gaziantep Yirik Fatma

Antep'de kuşatmaya karşı koymak için çete teşkilatına katılmıştır.

Nazife Kadın

Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavak önü Köyünde işkence yapılarak öldürülmüş ve ardından fırında yakılmıştır.

Gördesli Makbule

1921'de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadele çete savaşlarına katılmıştır. 17 Mart 1922'de Akhisar'la Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla'da elinde silah, düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmiştir.

Asker Saime Hanım

15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali dolayısıyla İstanbul Mitinginde konuşma yapmış, tutuklanmış daha sonra Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'de görev almıştır. Savaş sonrası İstanbul Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni olmuştur.

Halide Edip Adıvar

İşgallerin ardından İstanbul'da yaptığı konuşmalarla halkı işgallere karşı uyandırmaya çalışan, Milli Mücadele'nin en önemli simalarından biridir. Sultanahmet Mitinginde yaptığı konuşmadan sonra tevkif kararı çıkınca, eşi eli birlikte Anadolu'ya geçmiş ve Milli Mücadele'ye katılmıştır. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etmiştir. "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşına fiilen katılmıştır. İstanbul Hükümeti tarafından, Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biridir.

Milli Mücadele sırasında cephede bizzat görev alan Anadolu kadınlarından bazıları daha sonra T.B.M.M tarafından mükâfatlandırılmıştır. Batı Cephesindeki 12 kadın ve Fatma Çavuş onlardan sadece birkaçıdır. "Garp Cephesi Kumandanlığı" Eskişehir Har-bindeki başarılarından dolayı 12 kadını İstiklal Madalyası ile taltif ve Erzak Kolu Kumandanlığı vazifesini ifâ eden Fatma Onbaşı'nın rütbesini "Çavuş"luğa terfi ettirmiştir. Cephe gerisinde mücadele eden Anadolu'nun her yerindeki kadınlarımız bu topyekûn savaşın isimsiz kahramanlarıdır.

Cepheye erzak ve cephane taşınması, askerlerin giyeceğinin temini, yaralı askerlerin tedavisi gibi geri hizmetlerini kadınlarımız gerçekleştiriyordu. Kastamonu İnebolu'da Milli Kuvvetlere bağlı olarak kurulan askeri teşkilat vasıtasıyla silah, cephane, erzak, giyecek, v.b. şeyler İnebolu İskelesi'nden Çankırı'ya oradan Ankara'ya ve cepheye gönderiliyordu. ''"Kağnı Kollarında 1921kışında Kastamonu şehrinin kapısı sayılan kışla önünde bir kadının cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak askerler tarafından bulunmuştu.

Kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten genç kadının bir elinde ügen-dire kollarını açmış halde yorganın üzerine abanarak kaldığı görülmüştür. Askeri birlikte bulunan Rıfat Çavuş öküzleri koşarken, Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş, bu sırada yorganın altından bir çocuk sesi işitilmişti. Yorganın altından otlara sarılı top gülleleri arasında, çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu görülmüştü.

Bu örnekte olduğu gibi Türk kadını cephane taşınması sırasında gösterdikleri fedakarlıkları ile; vatan sevgisinin ve Özgürlüğün bir insan için ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ve bugünkü nesillere ispatlamışlardır.
Savaşa hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, yanında Çobanlar-Afyon demiryolu hattının onarımı da kadınlarımıza düşmüştür.
Düzenlenen mitingler, kurulan cemiyetler, savaşa asker, öğretmen, hemşire,hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, cephe gerisinde mücadele edenler göstermektedir ki. Milli Mücadele; adına yakışır şekilde milleti oluşturan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkesin katkılarıyla gerçekleşen gerçek bir destandır.

Mustafa Kemal Atatürk; "Dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez özleriyle Anadolu kadınının kahramanlığını tüm dünyaya duyurmuştur.
Milli Mücadele'nin burada bahsetmeye çalıştığımız kadın kahramanlar yanında belgelerde adına rastlanmayan pek çok isimin yaptıkları fedakarlıklar; üzerinde yaşadığımız toprakların bizler için ne kadar kıymetli olduğunu anlamamıza yetecektir. Ümidimiz yeni nesillerin de bu topraklara en az onlar kadar sahip çıkmalarıdır.

Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Katkıları Nelerdir Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Etkisi

Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Katkıları Nelerdir Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Etkisi

Türk Kadınının Kurtuluş Savaşına Katkıları - 1. Dünya Savaşı nın ardından Anadolu topraklarının İtilaf Devletleri tarafından işgali, Türk halkının top yekûn bir Kurtuluş Savaşına girişmesine sebep olmuştur. Bu mücadele Türk halkı için bir hayal mücadelesinden çok yaşadığı topraklara sahip çıkma, hayat mücadelesi haline dönüşmüştür.İstanbul hükümetinin işgallere karşı tedbir almaması üzerine halk tarafından başlatılan mücadelenin en önemli adımı; Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ve Anadolu'daki hareketin önderi olmasıdır. Kurtuluş Savasının hazırlık aşaması diyebileceğimiz, kongreler ve Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşunun ardından T.B.M.M.'in açılışı ve savaş döneminde erkekler kadar kadınlar da her alanda görev almışlardır. Osmanlı Devleti'nin XX. yüzyılın başında arka arkaya girdiği savaşlar ile birlikte silah altına alınan erkek nüfusun yerine çalışma sahasına giren kadınlar: şimdi de, memleketin dört bir yanında başlayan işgalleri protesto etmek amacıyla mitingler düzenleyerek mücadelenin ilk adımını atmışlardı. Bu mitinglerin ilki 14-15 Mayıs 1919 gecesi İzmir'de gerçekleştirilmiştir.

İzmir'in işgalinin ardından İstanbul’da düzenlenen mitinglerde konuşma yapanlar arasında bulunan Halide Edip, Nakiye Elgün, Müfide Ferit Tek ve onları destekleyen binlerce Türk kadını, bu savaşta erkeklerin yanında mücadeleye hazır olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur.İstanbul'da 19 Mayıs günü düzenlenen mitingde bir konuşma yapan Halide Edip: "Hanımlar! Bugün elimizde top. tüfek denilen alet yok; fakat ondan büyük, ondan kuvvetli bir silahımız var: Hak ve AllahTüfek ve top düşer, hak ve Allah bakidir. Topun yüzüne tükürecek kadar evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman. milliyet duygusu var. Biz dünyada millet sınıfına lâyık bir millet olduğumuzu, erkek, kadın, halta çocuklarımıza kadar ispat etlik" sözleriyle; bu savaşın milletin her ferdinin savası olduğunu belirtmiştir.

30 Mayıs !919'da ikinci Sultanahmet Mitinginde Nakiye Elgün: "Efendiler! Fatih'in, Selim'in, Süleyman'ın mezarını, ecdadının ebedî âbideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur etmiyorum, çıkmayacaksınız, bırakmayacaksınız. Biz de daima sizinle beraber olacağız... Önümüzde acık iki yol var: Biri, tarihimize sanımızla devam etmek, diğeri gözlerimizle beraber tarihimizi de kapayıp ebediyete götürmektir."

Milli Mücadele'nin Önemli safhalarından biride; kadınların kurduğu ve amaçları vatanın kurtarılmasına hizmet etmek olan bu cemiyetlerdir. Hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız, Kasaba İslam Kadınları Cemiyeti bunlardan biridir."5 Kasım 1919'da Sİvas'da Anadolu Kadınları Müdafai Vatan Cemiyeti kurulmuştur. Kurucuları Sivas Valisi Resi! Pasa'nın eşi Melek Hanım ve arkadaşlarıdır. Cemiyetin kuruluş amacı açıklanırken tüm İslâm kadınlarının derneğin doğal üyesi olduğu kabul edilmiştir. Amasya, Kayseri, Niğde. Erzincan. Burdur, Pınarhisar. Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal'da Cemiyetin şubeleri açılmıştır. İşgallere karsı çeşitli devletlerin yetkililerine telgraflar gönderilmiştir. Dernek Mustafa Kemal'in de desteğini almış ve gönderdiği telgraf ile T.B.M .M.'in açılışına gösterdikleri ilgiye ve yurtsever hislerine teşekkür etmiştir. Dernek; Maraş ve İzmir'deki mücahitlere ve felaketzedelere verilmek üzere para yardımı kampanyası açmıştır.

Milli Mücadele'de doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan kadınlarımızın sayısı hiç de az değildir. Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele'ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir. Çankırı'lı Yusuf kızı Emine, Amasya'lı Adil kızı Zeynep, Erzincan'lı Osman kızı Emine, Adana'lı Ayşe. Gaziantepli Güldane şehit edilen arşiv belgelerinden tespit edilebilen birkaç şehit kadınımızın ismidir. "" Bu kadınlarımızın bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde kurşunlanarak şehit edilmiş, veya yaralı olarak hastahaneye getirilmiş ve orada vefat etmiştir.
Kurtuluş Savaşında Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mücadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir.

Tarihimizde düşmanla cephede bizzat mücadele eden şahsiyetlerin timsali 93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun ile başlayan memleketi düşmanlardan kurtarma azmi. Milli Mücadele'de had safhaya ulaşmıştır. Kurtuluş Savaşının cephelerinde görev alan ve tespit edebildiğimiz kadınlarımızın bazıları şunlardır:

Kara Fatma (Fatma Seher Erden)

1888 yılında Erzurum'da doğdu. Subay Derviş Bey ile evlenmiş onunla birlikte Balkan Savaşına katılmıştır. I, Dünya Savaşında ailesinde 9-10 kadınla birlikte Kafkas Cephesine gitmiş, Mondros Ateşkesinden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilince etrafına topladığı kadınlarla birlikte Ermenilere karşı çarpışmıştır. Erzurum'da Mustafa Kemal ile yaptığı görüşme sonucunda görev istemiş, kurduğu çetesiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtulması için çalışmıştır Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu müfrezesinde 35 kişi bulunuyordu. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharabesine katıldı. Afyon civarında Yunanlılara esir düşmüş ve yine kendi çabalarıyla kurtulmuş, ardından üsteğmen rütbesine yükseltilmiştir. Üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlamıştır. 1954 yılında T.B.M.M. tarafından yeniden maaş bağlanmıştır. Erzurum'da 1955 yılında vefat etmiştir.

Ayşe Hanım

Yunanlıların İzmir'i işgali ile Milli Mücadele'ye katılmış, Aydın civarındaki mücadeleye ve I.-II. İnönü savaşlarına katılmıştır. Sakarya Savaşı'nda yaralanmış ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönmüştür. Başarılarından dolayı binbaşılığa yükseltilmiştir. Mücadele'nin kazanılmasından sonra Ankara'ya gelmiş ancak burada bavulunu çaldırdığı için evrakları kaybolmuştur. Okuması olmadığından, sonraları Merkez bankası'nda hademe olarak çalışmıştır.

Tayyar Rahmiye

Osmaniye'nin Kaziyeler köyünden olan Rahmiye Fransızlara karşı 9, Tümenin yaptığı mücadeleye müfrezesiyle katılmıştır, Temmuz 1920'de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" demiş, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için İleriye atıldığında şehit düşmüştür.

Hatice (Kılavuz) Hatun

Adana Pozantı'da Fransız kuvvetlerine Tekir Yaylasından Mersin'e ulaşacak en kısa yolu yanlış göstererek Türk askerinin eline düşmelerini sağlamıştır.

Kara Fatma Şimşek

1921-1922 "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu mürettep Süvarisi emrinde müstakil Süvari müfrezesinde görev yapmıştır.

Tarsuslu Kara Fatma

8-10 kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşlarına katılmış, Tarsus'un kurtarılmasında yararlılık göstermiştir.

Gaziantep Yirik Fatma

Antep'de kuşatmaya karşı koymak için çete teşkilatına katılmıştır.

Nazife Kadın

Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavak önü Köyünde işkence yapılarak öldürülmüş ve ardından fırında yakılmıştır.

Gördesli Makbule

1921'de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadele çete savaşlarına katılmıştır. 17 Mart 1922'de Akhisar'la Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla'da elinde silah, düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmiştir.

Asker Saime Hanım

15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali dolayısıyla İstanbul Mitinginde konuşma yapmış, tutuklanmış daha sonra Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'de görev almıştır. Savaş sonrası İstanbul Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni olmuştur.

Halide Edip Adıvar

İşgallerin ardından İstanbul'da yaptığı konuşmalarla halkı işgallere karşı uyandırmaya çalışan, Milli Mücadele'nin en önemli simalarından biridir. Sultanahmet Mitinginde yaptığı konuşmadan sonra tevkif kararı çıkınca, eşi eli birlikte Anadolu'ya geçmiş ve Milli Mücadele'ye katılmıştır. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etmiştir. "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşına fiilen katılmıştır. İstanbul Hükümeti tarafından, Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biridir.

Milli Mücadele sırasında cephede bizzat görev alan Anadolu kadınlarından bazıları daha sonra T.B.M.M tarafından mükâfatlandırılmıştır. Batı Cephesindeki 12 kadın ve Fatma Çavuş onlardan sadece birkaçıdır. "Garp Cephesi Kumandanlığı" Eskişehir Har-bindeki başarılarından dolayı 12 kadını İstiklal Madalyası ile taltif ve Erzak Kolu Kumandanlığı vazifesini ifâ eden Fatma Onbaşı'nın rütbesini "Çavuş"luğa terfi ettirmiştir. Cephe gerisinde mücadele eden Anadolu'nun her yerindeki kadınlarımız bu topyekûn savaşın isimsiz kahramanlarıdır.

Cepheye erzak ve cephane taşınması, askerlerin giyeceğinin temini, yaralı askerlerin tedavisi gibi geri hizmetlerini kadınlarımız gerçekleştiriyordu. Kastamonu İnebolu'da Milli Kuvvetlere bağlı olarak kurulan askeri teşkilat vasıtasıyla silah, cephane, erzak, giyecek, v.b. şeyler İnebolu İskelesi'nden Çankırı'ya oradan Ankara'ya ve cepheye gönderiliyordu. ''"Kağnı Kollarında 1921kışında Kastamonu şehrinin kapısı sayılan kışla önünde bir kadının cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak askerler tarafından bulunmuştu.

Kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten genç kadının bir elinde ügen-dire kollarını açmış halde yorganın üzerine abanarak kaldığı görülmüştür. Askeri birlikte bulunan Rıfat Çavuş öküzleri koşarken, Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş, bu sırada yorganın altından bir çocuk sesi işitilmişti. Yorganın altından otlara sarılı top gülleleri arasında, çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu görülmüştü.

Bu örnekte olduğu gibi Türk kadını cephane taşınması sırasında gösterdikleri fedakarlıkları ile; vatan sevgisinin ve Özgürlüğün bir insan için ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ve bugünkü nesillere ispatlamışlardır.
Savaşa hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, yanında Çobanlar-Afyon demiryolu hattının onarımı da kadınlarımıza düşmüştür.
Düzenlenen mitingler, kurulan cemiyetler, savaşa asker, öğretmen, hemşire,hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, cephe gerisinde mücadele edenler göstermektedir ki. Milli Mücadele; adına yakışır şekilde milleti oluşturan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkesin katkılarıyla gerçekleşen gerçek bir destandır.

Mustafa Kemal Atatürk; "Dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez özleriyle Anadolu kadınının kahramanlığını tüm dünyaya duyurmuştur.
Milli Mücadele'nin burada bahsetmeye çalıştığımız kadın kahramanlar yanında belgelerde adına rastlanmayan pek çok isimin yaptıkları fedakarlıklar; üzerinde yaşadığımız toprakların bizler için ne kadar kıymetli olduğunu anlamamıza yetecektir. Ümidimiz yeni nesillerin de bu topraklara en az onlar kadar sahip çıkmalarıdır.

Atatürk İlkelerine Göre Atatürk'ün Kişilik Özellikleri Atatürk Kişilik Özellikleri

Atatürk İlkelerine Göre Atatürk'ün Kişilik Özellikleri - Türk insanı ve toplumunun doğal özelliklerinin kendinde simgeleştiği "Atatürkçü kişilik özellikleri", Türk toplumunun sosyal kişilik özelliklerinin temelidir. Türk toplumu Atatürkçü kişilik özelliklerine sahip fertlerden oluşmuş Atatürkçü bir toplum haline gelmelidir.-Zira medeniyet yolunda ilerlemenin olmazsa olmaz şartıdır bu.- Atatürkçü kişilik özelliklerinin temel çerçevesini ise kuşkusuz ki Atatürk ilkeleri oluşturmaktadır. Atatürk İlkelerine Göre Atatürk'ün Kişilik Özellikleri ise Aşağıda verilmiştir:


1. Cumhuriyetçi Kişilik Özellikleri

• Demokratik tutumlu
• Özgür düşünce ve tutum sahibi
• Adaletli ve barışçı
• Erdemli ve uygar
• Topluma ve kurumlarına saygılı
• Yasalara uyan, disiplinli, dengeli, sabırlı
• Hoşgörülü ve insancıl
• Kişi, örgüt ve toplum çıkarlarını dengeleyen
• Görev ve sorumluluk bilinci olan
• Sorunlara dönük ve gelişmeye inançlı

2. Milliyetçi Kişilik Özellikleri

• Bağımsız düşünce ve tutum sahibi
• Toplumsal yapıyı ve amaçlarını bilen
• Geçmişi inkar etmeyen ancak öz eleştirici gücü olan
• Geleceğe dönük amaçları bulunan ve bunları toplumsallaştırabilen
• Araştırıcı, gerçekçi, yaratıcı olan, taklitçilikten kaçınan
• Milleti temsil eden simgelere ve büyüklerine saygılı
• Milletin çıkarlarını koruyan ve geliştiren
• Evrensel kültür ve görüş sahibi, diğer milletlere saygılı
• Tartışmaya açık, peşin yargılı olmayan
• Cesaret sahibi, işbirliğine yakın, birleştirici,

3. Devletçi Kişilik Özellikleri

• Devletin, toplum düzeninin temeli olduğuna inanan
• Devletin çıkarlarını koruma ve geliştirme,
• Devletin toplumsal sorunlarını bilme,
• Milli, demokratik, hukuk, sosyal, laik, çağdaş devlet anlayışını taşıma
• Katı bürokrat davranışlarından uzak kalma
• Devlet ilişkilerinde milli davranış anlayışında olma
• Dürüst, eşitçi ve gerçekçi olma,
• Devletin yanında, ona uygun, toplumsal sorumluluk duygusunu taşıma
• Toplumda devlete düşen başlıca görevler hakkında bilgili olma ve amaçlarını bilme,
• Devletin, toplumun bireyleri, diğer kurum ve örgütleri ile devletlerarası ilişkilerinde derin kültür ve sağduyu sahibi olma

4. Halkçı Kişilik Özellikleri

• Halka karşı saygılı ve kamuoyu duyarlılığına sahip olma
• Halkın sorunlarını bilme ve kendi çapında çözme çabalarına katılma
• Halka karşı adil, dengeli, gerçekçi tutum gösterebilme
• Halkı sevme ve ona inanma
• Halkın kültürüyle etkileşim sağlayabilme ve onun kültürüne katkıda bulunma
• Halka karşı toplumsal sorumluluk duyan ve toplumsal bir kişilik geliştirme
• Kişisel, grupsal, sınıfsal, örgütsel vb. amaçlar için halkı araç olarak kullanıp onu zor duruma sokarak, çıkar sağlama anlayışından uzak kalma
• Halkı bütün olarak görüp; çeşitli ırk, din, mezhep, meslek, sınıf vb. açılardan bölme ve ayrıcalıklı tutum gösterme düşüncesini taşımama
• Halka karşı dürüst olma, yalan söyleyip, sahteci davranışlarda bulunmama
• Birey, örgüt, kurum, yöre, bölge, ulus amaçları ile evrensel amaç ve davranışlar içinde belli bir halkçı yaklaşım gösterebilme.

5. Laik Kişilik Özellikleri

• Cumhuriyetçi, milliyetçi, devletçi, halkçı, inkılapçı kişilik özelliklerini taşıma
• Bireysel din anlayış ve tutumuna sahip olma
• Gelenekçi kalıpların dışında davranış yeteneği gösterme, gerçekçi olma
• Ulusal davranış alışkanlığında bulunma; bilim üstünlüğü ve kılavuzluğunu benimseme
• Başkalarının görüş ve inançlarına karşı hoşgörü sahibi olma, sabırlı davranma
• Bağımsız düşünebilme
• Uygarca tutum ve davranışları benimseyebilme
• Peşin yargılardan uzak, tarafsız görüş ve davranış özellikleri taşıma
• İnançları ussallaştırabilme, ussal niteliği olmayanları toplumsal davranış kalıplarına sokmama
• Devlet ve diğer örgütlerin işlerini, başta din olmak üzere, benzeri kurumların düşünce ve inanç sistemlerinin etkisi dışında görüp, yorumlayabilme.

6. İnkılapçı Kişilik Özellikleri

• Cumhuriyetçi, milliyetçi, devletçi, halkçı, laik kişilik özelliklerini taşıma
• Baskıcı, tepeden inmeci olmayıp, başkalarını anlayışla karşılayabilme
• Özgür düşünce ve davranış sahibi olma
• Çağdaş tutumları benimseyebilme
• Amaç ve hareketlerinde bilimi temel alma
• Davranışlarını gelişigüzel, duygusal tepkilere değil, planlı tutuma dayandırma
• Amaçları ve ulaşma yollarını araştırma süreçleri sonucu saptayabilme
• Geliştirmeyi, planlı ve araştırmaya dayanan değişme aşamalarından geçerek sağlama inanma
• Araştırma, değişme ve geliştirmeyi uyarlamada (intibak ettirmede) görebilme, bunun için de başkalarına gelişmeyi inanç olarak aşılayabilme gücünde olma,
• Gerek bireyde gerek kurum ve örgütleriyle bütün toplumda inkılap anlayışını "devirmek", "yıkmak" çabalarına değil, sürekli ve aşamalı gelişme anlamını içeren evrimleşme düşüncesine bağlayabilme.

Atatürk ilkelerinin bir bütün olması nedeniyle bazı özellikler bir kaç ilkenin içinde yer almaktadır. Aslında bu özellikler, toplumun sürekliliğini sağlayacak geleceğin insanında olması gereken kişilik özelliklerine bir bakış açısı getirmektir.

belirtilen kişilik özellikleri, temel insanlık değerleri, toplumsal yapının gereksinim duyduğu, başka deyişle topluma yararlı, çağdaş insanı ortaya çıkarmaktır. aslında bu durum, günümüz insanının temel insanlık değerlerinin ne olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyetinin gelecekteki insanlarına toplumsal, kültürel kişiliğin sağlanmasında, sorumluluk duygusu taşıyan insanlara ve kurumlara görev düşmektedir. Amaç, insana; topluma yarar sağlayan, çağdaş, en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kişiliğini oluşturmak ve yönlendirmektir. Gerekli araştırmaları yapmak, sorunları getirmek ve çözüm önerilerinde bulunmak, toplumsal sorumluluğunu alan insanlara düşmektedir.

Kaynak: http://www.huyuk.meb.gov.tr

Atatürk’ün Fikir Hayatı Atatürk’ün Fikirleri Atatürk’ün Fikir Hayatı

Atatürk’ün Fikir Hayatı - Atatürk, olaylara ve geleceğe dair görüşleri ile her alanda büyük ve etkili düşünceleri olan ''büyük bir fikir adamı'' olmuştur. Gençlik yıllarından başlayarak Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumla yakınen ilgilenmiştir. XX. yüzyılın başları, Türk milleti için çok acı olayların ortaya çıktığı bir dönemdir. Atatürk'ün fikir zenginliğinde, içinde bulunduğu dönemin olaylarının da rolü büyük olmuştur. Çeşitli konularla ilgili okudukları, yaşadıkları, gözledikleri ve duydukları, bunlardan çıkardığı sonuçlar, onun fikir temeline kaynak olmuştur.

Selanik ve Manastır şehirleri Mustafa Kemal'in fikir hayatının oluşmasında büyük etkiye sahiptir. Bu şehirlerin Avrupa kültüründen çok çabuk etkilenmesi ve Osmanlı yönetiminin bu şehirleri çok sıkı kontrol altında tutamaması, yönetime karşı olanların faaliyetlerini artırmalarına neden olmuştur. Mustafa Kemal de çeşitli çevreler ile ilişkiye girerek kendisini her yönden geliştirmiştir.

Mustafa Kemal'in fikir hayatının en kuvvetli tarafı özellikle tarih okumasından ileri gelir. Ayrıca Tevfik Fikret ve Namık Kemal'in hürriyetçi, Ziya Gökalp'in milliyetçi fikirlerinden etkilenmiştir. Atatürk, ölene kadar bu fikir kaynaklarından yararlanarak fikir hayatını işlemiş, zenginleştirmiş ve bütünleştirerek ortaya yeni bir fikir düzeni koymuştur.

Atatürk'ün devlet, millet ve insanlık idealine ait bu temel düşünceleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin milli politikasını belirlemiş ve temel niteliklerini oluşturmuştur.

Bir sistem içinde şekillenen bu düşünceler ''Atatürkçü Düşünce Sistemi'' olarak tanımlanmıştır. Atatürkçü Düşünce Sistemi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne milli bir devlet niteliği veren ilkelerden oluşmuştur. Türk Devleti de, Atatürk'ün kendi zamanında, ortaya koyduğu bu fikirlere göre şekillenmiştir. Bu bakımdan bu sistem, Türk milletinin milli birlik ve beraberliği, mutluluğu için uygulanması gereken, vazgeçilmez bir unsur olmuştur.

Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Önem Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Önem hakkında

Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Önem

Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Önem - 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı - Atatürk’ün Çocuklara Verdiği Önem: Her yıl 23 Nisan da Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarız. Bu güzel Bayramı Atamız çocuklara armağan etmiştir. Atatürk çocukları çok severdi. Çocukları yarının büyükleri olarak görüyordu. Bunu da bir konuşmasında “Bugünün küçüğü yarının büyüğüdür” diyerek belirtmiştir.

Türk Ulusu Egemenliğini ve bağımsızlığını Mustafa Kemal ATATÜRK’ e borçludur. Önceden yurdumuzu padişahlar yönetiyordu. Bugünkü gibi devleti yönetmek için seçimler yapılmıyordu. Halkın bir yetkisi yoktu, Padişahlık babadan oğla geçiyordu. Devletimizin adı Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti 1914-1918 yılları arasında 1. Dünya Savaşına katıldı. Katıldığımız bu savaşta, birlikte savaştığımız ülkeler yenilince bizde yenik sayıldık.

Padişah halkı düşünmektense kendi tahtını düşünüyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Antlaşmaları sonucu düşmanlar yurdumuzu paylaşmaya başladılar. Mustafa Kemal Türk Ulusunun tutsak hale gelmesine çok üzülüyordu. 19 Mayıs 1919 da Samsun’ a gitti. Yurdumuzu düşmanlardan kurtarmak için Erzurum da ve Sivas ta kongreler düzenledi. Kurtuluş Savaşını başlattı. Halkın Egemen olmasını çok istiyordu. Ankara ya gelerek halk temsilcileri ve Milletvekilleri ile 23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisini açtı. Meclis Türk Ulusunun Egemenliğini ve bağımsızlığını koruyacaktı. Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisi’ nin ve hükümetin başkanıydı. Azimli kararları sayesinde “Ya bağımsızlık ya ölüm…” diyerek yurdumuzu düşmanlardan kurtardı.

23 Nisan la birlikte Cumhuriyet yönetimine kavuştuk. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk biz çocuklara ve gençlere sonsuz güvenerek “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını” armağan etmiştir. Bize düşen görev bu cennet vatanımızı canları ve kanları pahasına emanet eden Atalarımızı unutmamaktır. Onların emaneti olan vatanımızı en iyi şekilde korumaktır. Ülkemizi bölmek, yıkmak isteyenler karşısında birlik ve bütünlüğümüzü sağlamaktır.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Türkiye’ nin Milli Bayramıdır. Her yıl Türkiye de coşkuyla kutlanır. Dünya çocukları da ülkemize gelerek bize eşlik ederler. Çocuklar törenlerde konuşmalar yapar, şiirler okur, oyunlar oynarlar.Biz çocukları bu kadar çok seven, düşünen, güvenen, değer veren Atamıza ne kadar teşekkür etsek azdır. “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !”

Yazan: Süleyman KOÇ

Atatürk İnkılaplarının Temeli Atatürk Devrimlerinin (İnkılaplarının) Temeli

Atatürk Devrimlerinin (İnkılaplarının) Temeli - Atatürk Devrimlerinin Temeli - Atatürk İnkılaplarının Temeli Atatürk devrimlerini, bir başka deyişle toplum yaşamımızdaki siyasal ve sosyal alandaki büyük atılım ve değişiklikleri, tam anlamıyla çözümleyebilmek için gene büyük lidere dönüp onun devrim anlayışını ortaya koymak gerekir kanısındayız. Atatürk devrimi tanımlarken, “Devrim var olan kurumları zorla değiştirmektir, Türk ulusunu son yüzyılda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, onların yerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak kurumları koymaktır”1diyordu.

Büyük lider gerçek devrimciyi de şöyle tanımlıyordu: “Gerçek devrimciler onlardır ki, ilerleme ve yenilemeye yönlendirmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi bilenlerdir”. Ayrıca, son yıllarda gösterdiği harikaların, gerçekleştirdiği siyasî ve sosyal devrimlerin gerçek sahibi olarak da Türk ulusunu göstermektedir.

Bunların yanı sıra, asıl önemli olan Atatürk’ün kurtuluştan sonra hızla “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı” bir amaç olarak ortaya koyduğunu söylemesidir. Üzerinde durmak istediğimiz, devrimlerin anlaşılması, büyük liderin bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarını nereye götürmek istediğinin belirtilmesidir. “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti insanlarını tam anlamında çağdaş ve bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur”2, diyor Atatürk.

Temel amaç, çağdaş uygarlık düzeyine erişmek olduğuna göre, her şeyden önce bu çağdaş uygarlık düzeyinin ne olduğunu belirlemek olacaktır.

Biraz gerilere gidersek, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, hiç değilse, Selim III döneminden beri, imparatorlukta bazı yenileşme, toplumun sosyal yapısında batıya yönelik bazı hareketleri gerçekleştirme çabaları görülecektir. Ne var ki, Osmanlı aydını batıya yönelmeyi, günün çağdaşlık düzeyini Osmanlı toplumuna ulaştırmayı, kendi kültür birikimine âdeta bir saldırı olarak gördüğü için, yenileşme sadece askerî alanda olabilmiştir. Fakat bu alandaki yenileşme bile çeşitli dönemlerde, karşı çıkmalar ve isyanlarla hep yanda bırakıldı. Mahmut II daha kesin kararlı bir padişah olduğu için, yenileşmeyi, buna bazı değişiklikleri demek daha doğru olacaktır, gerçekleştirme olanağını bulmuştur. Eğitim alanında açılan okullarla, yönetim alanında bazı uzmanlaşmalarla, bayındırlık alanında giriştiği yapılanmalarla ve hukuk alanında kurduğu yeni kurumlarla bunun örneklerini vermiştir. O günlerde çağdaşlaşmaya daha çok batılılaşma anlamında bakıldığı için, Mahmut II döneminin, bu kavramın daha belirgin olarak ortaya atılacağı “Tanzimat” dönemine, bir başlangıç olduğunu söylemek mümkündür.

Tanzimat, hiç kuşkusuz belli alanlarda yenilikler getirme çabasıdır. Kıta Avrupası’nda 1789 Fransız Devrimi ile yayılan insan olmak onuru ile kişinin özgür olduğu düşüncesi, güvenliği, mülkiyet hakkının korunacağı gibi kavramlar, kenarından köşesinden dahi olsa, Osmanlı toplumuna bir belge ile duyurulmuştu. Osmanlının canı ve malı korunacak, ırzı ve namusu güven altına alınacaktı. Bunun uzun yıllar sadece kâğıt üzerinde kaldığını söylemek, bu belgeyi küçümsemek anlamına gelmeyecektir. Çünkü Abdülmecit de 1856’da çıkardığı bir fermanla 1839’daki fermanında ileri sürülenlerin gerçekleştirilmesi gerektiğini duyurmak gereğini duymuştu.

Fakat Tanzimat bazı önemli kurumları yaşatmış ve yerleşmelerini sağlamıştır. Bu çağdaşlaşma sayılamazdı kuşkusuz, ama batının bazı kurumlarını olması bile, bazı düşüncelerinin yerleşmesine neden olmuştu. Birinci Meşrutiyet sosyal alanda bu düşüncenin somut bir görüntüsü olarak nitelenebilir. Anayasanın yapılması, meclisin açılması tabandan gelen bir baskının, toplumun büyük bir kesiminin isteği olmaktan çok, küçük bir aydın çevrenin çabası sonunda gerçekleşti. Ama batı kurumlarının en önemlisi olan parlamento, bir İslâm ülkesinde ilk defa açılıyordu. Yapılan Anayasa ile padişahın zaten var olan yetkileri şimdi Anayasa ile hukukilik kazanıyorsa da, en azından Osmanlı yurttaşının temel hak ve özgürlüklerinden söz açan bir bölüm de vardı. Anayasanın yapısı, içeriği her açıdan tartışılsa bile bir başlangıç gerçekleşmişti. Ne var ki, bütün iyi niyetlere karşılık, bir yılı biraz geçen bir zaman parçası, Meclis’in otuz yıl kadar kapanmasına yetişmişti.

İkinci Meşrutiyet, Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kâğıt üzerinde önemli esaslar getirmişti denebilir. Ne var ki, uygulaması onun da sürmedi, Trablusgarp Savaşı, arkasından gelen Balkan Savaşı ve sonunda Birinci Dünya Savaşı Osmanlı toplumunun batıya yönelik isteklerinin sonunu getirdi.

Büyük bir savaştan sonra ülkesi işgal edilmiş, yıllarca yöneticilerinin baskısı altında kalmış ve sonunda yabancı devletlerin paylaşması arzusu ile yanıp tutuştukları bir ülkenin insanlarını bağımsızlığa kavuşturan bir büyük lider, kurduğu yeni cumhuriyeti, daha kaçan düşmanın yaktığı şehirlerinin yangınlarında dumanlar sönmemişken, bu toplumun insanlarını tam anlamıyla çağdaş ve uygar bir toplum haline getirme mücadelesi içine girdiğini duyurmaktadır.

Bu görülmemiş olağanüstü çaba ile sürdürülecek savaşta çağdaş uygarlık düzeyine varmanın araçları neler olacaktır?

Bunların başında “ekonomik kalkınma” geliyor. Ekonomik kalkınma Atatürk’e göre, belli sınıf ve zümrelerin yararına değil, liberal düzen içinde tüm halka dönük biçimde gerçekleşecektir. Türkiye’de, batıda olduğu gibi, çıkarları birbirleriyle çatışan sınıfların bulunmadığını ve kalkınmanın bütün sınıfları birarada zenginleştiren bir kalkınma olması gerektiğini belirtirken, “imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” olarak bütün halkı tek bir parti içinde toplamak istemiştir3.

Aynı anlayışın bir sonucu olarak da, İzmit’te yaptığı basın toplantısında gazetecilerin kendisine partinin hangi sınıfa dayalı olacağını sormaları üzerine Atatürk, “Hangi sınıf diyor, hepimiz halktan ibaretiz. Partimin adını da Halk Partisi koyacağım “4.

Görüldüğü gibi halkçılık kavramı, Atatürk’te hem sınıf mücadelesine karşı bir araç, hem de İslâmî egemenlik teorisine karşı çıkan ve onun yerini alan lâik egemenlik teorisidir5. Böyle bir halkçılık anlayışından geçerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın bir başka aracı da “ilim ve fen” olmaktadır. O’na göre çağdaş uygarlık, “ilim ve fen”e dayanmaktadır.

“Ulus”, der Atatürk, “uluslarlararası alanda başarılı olabilme çabasında, hayat ve kuvvet bulabilecek bilim ve araçları, ancak çağdaş uygarlıkta bulacaktır”. Bu sözlerden anlaşıldığı gibi çağdaş uygarlık hayat ve kuvvet nedeni olan bilime dayanmaktadır. Nitekim, “Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, basan için en gerçek yol gösterici bilimdir” - En hakiki mürşit ilimdir, fendir6.

Demek ki, halkçılık anlayışından geçen bir oluşum, bilim ve fennin aracılığıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacaktır. Böylesine bir gelişmenin öteki aracı olan ekonomik kalkınma da, yukarda söylediğimiz gibi tümüyle halka yönelik olacaktır. Halk sözüyle sınıfsız bir toplumun amaç edildiğini bizzat Atatürk’ün kendisinin açıkladığını görmüştük. Özlenen topluma varmak için içinden geçilecek toplum biçimi de batıdaki demokratik sisteme dayalı ve onun temelindeki liberalizme bağlı olacaktır. Ne var ki Mustafa Kemal, çağdaş uygarlık sözüyle salt bir batı taklitçiliği, kopyacılığını da önermemiştir. Bu görüşünü de şöyle açıklıyor büyük önder: “Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız da vardır ki araştırma ve incelemelerimize esas olarak çok defa kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinmelerimizi almayız- Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün diğer ulusları tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.

“Aydınlarımız ulusumuzu en mutlu millet yapayım der. Başka uluslar nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Lâkin düşünmeliyiz ki, böyle bir düşünce hiçbir dönemde başarılı olmuş değildir. Bir ulus için mutluluk olan bir şey diğer ulus için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu ulusa gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden yararlanalım. Lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz”7. Gazi’nin şu sözleri kanımızca fazla bir açıklamayı, yorumu gerektirmeyecek kadar açık, belirli ve anlamlı. Salt batı uygarlığının yarattığı ortamın biliminden değil, tüm dünya üzerindeki bilimden yararlanmayı öğütlüyor, bunu yaparken de ülkemizin temel değerler bütününü, kültür anlayışını ve tarihsel birikimin ortaya yığdığı bize özgü değerleri de gözden uzak tutmamamız gerektiğini zorunlu bir koşul olarak kabul ediyor. Bu durumda çağdaş dünyanın bilim evreni bizim hiç değiştirmeden alıp kabul edeceğimiz bir model değil, kendi ülkemizin koşullarını değerlendirmede bir yöntem olarak kabul edilmelidir.

Yoksa Atatürk’ün gösterdiği yanlışlığa düşmemek işten bile değil... Bu görüşü Atatürk’ün yakın bir arkadaşı biraz farklı biçimde ama benzer anlamda şöyle açıklıyor: “Atatürkçülük nedir? Lâyisizm ve eğitim birliği temeli üzerinde, toplum işlerini sadece akıl yolu ile ve değişken ihtiyaç ve şartlara göre yürüten hür batı Türklüğünü kurmak”8.

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim anlayışından yola çıkarak şu vardığımız yere kadar olan görüşlerini toplamak gerekirse, ortaya kalın çizgileriyle de olsa, O’nun yeni Türkiye’yi yaratırken nasıl bir düşünce sistemi içinde yol aldığını, hangi anlayış doğrultusunda eyleme geçtiğini görmek mümkün olur kanısındayız. Gerçekten de, daha ilk mücadele yıllarından öteye Atatürk, hep kendi içinde tutarlı bir sistem içinde hareket etmiştir. Seçimle gelen bir yüce Meclis, bu meclisin içinden çıkacak bir bakanlar kuruluyla bir cumhurbaşkanı, -böylece rejimin siyasal yapısı: Cumhuriyet belirleniyor- bu siyasal yapının dayanağı olarak lâik bir devlet anlayışı ve tüm çabaları, gücünü aldığı halk yaranma (sınıf, zümre gözetmeden) çalışmalar yapacak bir iktidar mekanizması. Öyle ki, ulusun tüm güçleri aynı yönde yürüyüşe geçince, bilim ve fenin yardımıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılabilecek, ama bu yapılırken de aydınlarla halk arasında ayrılık değil; özdeşlik, kaynaşma sağlanacak, böylece ulusal değerler, kültür hiç gözden uzak tutulmayacak. Bu durumda batının kopyacılığı değil, uygarlığa varmada geçirdiği evrelerden edinilen deneyler ve bilimsel yöntemler bizim koşullarımız açısından ele alınacak, incelenecek. İşte Mustafa Kemal’in yeni bir devleti kurarken kafasında kurduğu dünyanın temel taşları bunlardı.

1 F.Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, Gerçek yayınları, İstanbul 1968, s. 43’de Afet İnan’dan naklen zikrediyor. 2 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, T.l.T.E. yayını, 1, Ankara 1952, s. 217. 3 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası 1919-1946-1971, s. 138. 4 Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir?, 1966, s. 11. 5 Taner Timur, a.g.e., s. 138. 6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 197-240. 7 A.g.e.s. 141.

8 Falih Rıfkı Atay, a.g.e., s. 55. - Prof. Dr. İlhan F. Akın,
Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991

Halifeliğin Kaldırılması - Halifeliğin Kaldırılmasının Önemi ve Nedenleri

Halifeliğin Kaldırılması - Halifeliğin Kaldırılmasının Önemi ve Nedenleri

lifeliğin Kaldırılmasının Önemi ve Nedenleri - Halifeliğin Kaldırılmasının Önemi - Halifeliğin Kaldırılmasının Nedenleri Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk inkılabının en önemli aşamalarından ve de dönüm noktalarından biri hatta en önemlisi kuşkusuz ki halifeliğin diğer bir adıyla hilafetin kaldırılması sürecidir. Halifeliğin kaldırılması iki bakımdan büyük bir önem taşımaktadır: İlk önce 13. yüzyılda fiilen ortadan kalkmış Osmanlı sultanları tarafından yapay bir biçimde canlandırılmaya çalışılmış ama hiçbir zaman Sünni Türkler dışındaki Müslümanlar üzerinde birleştirdi ve bütünleştirici bir özelliğe sahip olamamış halifelik müessesesi toplumsal yapıya yarardan çok zarar veriyordu. Bu sebepten ötürüdür ki bu gereksiz müesseseye inkılaplar zamanında ivedi bir şekilde son verilmiştir. Bir diğer taraftan halifelik müessesi Osmanlı sultanlarının halk üzerindeki kişisel gücünü ve otoritesini arttıran bir araç olmaktan başka bir işe de yaramıyordu. Millet egemenliğinde böyle bir kurumun yeri olamazdı. Hele Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet başkanlığı da sağlam esaslara dayanmış olduğundan yetersiz bir hilafet makamının da rejimde yeri olmazdı. Diğer bir önemli nokta da halifeliğin eski teokratik düzenden yana olanların daima sığınabilecekleri, güç alacakları ve de güç verecekleri zararlı bir odak noktası yok olmasıydı.

Bütün bu anlatılanlara paralel olarak halifeliğin kaldırılmasıyla önemli bir engel ortadan kaldırılmış laik bir düzene geçişte çok büyük bir merhale kat edilmiştir.Bu merhale çok önemlidir zira Türk inkılabının temel taşlarından birisi hatta en önemlisi laikliktir.Çünkü bütün Türk inkılabı ve diğer Atatürk ilkeleri mevcut yapısının tamamıyla adeta laiklik ilkesi üzerine inşa edilmiştir diyebiliriz.

Cumhuriyetle birlikte laik bir düzene geçerken bir dinsel simge olan yalnız Sünni İslam düşüncesini temsil eden birinin devletin başında bulunması tutarsızdı.ve devleti salt Sünnilere seslenen bir yapıda gösteriyordu. Oysa laiklikte devletin temeli ve simgesi din değil, akıldır. Bu yüzden devlet mütedeyyin vatandaşların dini vecibelerini yerine getirmeye karşı değildir; ancak hiçbir dini ve mezhebi ötekine tercih etmesi de mümkün değildir. Çünkü Laik sisteme göre din bir vicdan işidir ve devlet vatandaşın vicdanına müdahale etmez fakat onun vicdanının bekçiliğini yapar. Halifeliğin kaldırılmasındaki ikinci önemli faktör budur. Toplumun sosyal dokusu içinde önemli bir yere sahip olan din mefhumu üzerinde önemli bir baskı unsuru olan hilafet müessesinin kaldırılmış olması laikliğe geçişi hızlandırmıştır. Hilafetin kaldırılmış olması bu nedenle büyük öneme sahiptir.

Kaynak: Lise ve Dengi Okullar İçin Basılmış TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, MEB Komisyon.