Yıllardır ‘güzel’ dediğimiz 45 kilo kadınlara hiç benzemiyorsunuz.
- Türk kadınları neden zayıf olmak istiyor? Sizin yapınıza hiç uymuyor ki bu. Sürekli bir kilo verme derdi var. Modeller gibi olmayı istemek yorucu. Nasılsak öyleyiz. Türkler şehvetli ve tutkuludur; zayıf ve sağlıksız değil.
Erkekler, zayıf kadınları daha fazla istemez mi? Adriana Lima gibi.
Hiç de değil. Sarıldığı zaman daha yumuşak, daha tutabileceği bir kadın ister asıl.
Şimdi siz de beğenildiğiniz için kadınlardaki stres azalır belki.
- Beğeniyorlar mı beni? Neden ben yalnız hissediyorum o zaman? (Gülüyor)
Evet. “Çok güzel” diyorlar.
- Sevindim o zaman. Belki bu sayede kadınların kendilerine güveni tekrar yerine gelir. Kilo takıntılarını bıraksınlar ve kendilerine oldukları gibi güvensinler. Zaten o zaman daha ‘kadın’ gibi hissedecekler. En önemlisi güven. İdeal olduğu söylenen ölçülerin ne güzellikle, ne de iç huzurla bir bağlantısı var.
Ama siz de ağır bir diyet yapmıyor musunuz?
- Dokuz ay önce sigarayı bıraktım ve her ay bir kilo aldım. Eski kıyafetlerime sığabilirsem sevinirim tabii, ama sağlıksız bir diyet yapmıyorum. Mutluluk veren yemekler yiyorum.
YÜKSEKTEN ATLADIM
Dört günde resmen hayatınız değişti. Nasıl bir duygu?
- Çok, çok garip… Yüksek bir yerden denize atlamak gibi. Düşünürsen yapamazsın. Çok düşünürsen hiç yapamazsın. Sonra kenardaki kayalıklardan sahile inersin ve atlayamamış olursun. Ben atladım. Arkamda ne bıraktığımla değil, buradan ne alacağımla ilgilendim. Bazen insan risk almalı. Bu da o risklerden biriydi. Sezgilerin doğruyu söyleyeceğine inanırım, onları dinledim ve geldim.
Gelirken, en baskın duygunuz heyecan mıydı, korku mu?
- Korku.
Durup düşündüğünüzde…
- Bir dakika! Durmaya zamanım yok ki. Hayatım nereye gidiyor diye düşünemiyorum bile. Geldiğimden beri çok az uyudum. Olanların yansımalarını görecek zamanım olmadı. Şimdi yavaş yavaş ne olup bittiğinin farkına varıyorum; hâlâ tam vakıf değilim duruma. Ama çok mutluyum bugünlerde. Yaptığın işten tatmin olmak çok iyi. Hürrem gibi ilginç bir karakteri oynadığım için de mutluyum.
Geldikten sonra nasıl gelişti olaylar?
- Bir anda, “Bugün Türkiye’ye taşınıyorum” dedim. Sonrası çok hızlı; her şey apar topar oldu. O noktadan sonra yapacak tonla şey vardı. Taşınmak, Türkçe öğrenmek, senaryo ezberlemek, kilo vermek, Hürrem’i anlamak, içselleştirmek, değişmek, tarihi öğrenmek…
Türkiye ve Osmanlı tarihi hakkında hiç bilginiz var mıydı?
- Babamdan bildiğim kadar. Okulda hiç öğrenmedik tabii.
Tüm bu tartışmaların ortasına düşeceğinizden habersiz miydiniz?
- Dinle ve tarihle ilgili hassasiyeti ve tehlikeyi bilmiyordum. Burada yaşamadığım için bu normal, değil mi? Tepkiler, eleştiriler gelmeye başlayınca biraz tedirgin oldum, hatta korktum.
Sete korumayla gidildiği doğru mu?
- Orada korunuyoruz. Set güvenli.
Almanya’da durum nasıl? Orada da tarihle ilgili işlere böyle tepkiler geliyor mu?
- Mesela Hitler hakkındakilere mi?
Mesela…
- Tarihi bir konu söz konusu olduğunda, insanlar çıkıp doğruluk payını tartışıyorlar; bu kadar hararetli değil ama. “Muhteşem Yüzyıl”da tarihin yanında din de konuya dâhil olduğundan iki kat tartışma yaratılıyor.
YA SEN ÖLECEKSİN, YA BEN
Hürrem’i seviyor musunuz?
- Sevdiğim tarafları var. Birçok kişi onun kötü şeyler yaptığını düşünebilir. Her zaman doğru yolu seçmeyebiliyor; buna ben de katılıyorum. Ama şunu da dikkate almak gerek; 500 yıl önce kural bu: “Ya sen öleceksin, ya ben.” O da, bu kurala göre oynuyor. Ayrıca ben onun kötü taraflarını da sevmek zorundayım ki iyi canlandırabileyim.
Sizi en çok etkileyen üç özelliği…
- İyi bir satranç oyuncusu gibi strateji belirliyor, asla durmuyor ve kiminle nasıl konuşması gerektiğini biliyor.
Düşünün ki, siz Meryem Uzerli olarak hareme girdiniz. Cariyesiniz. Kim olurdunuz?
- Çok zor bir soru. Bilmiyorum… O dönemde, sarayda benim karakterimde biri yaşayamazdı bence. Karışım olurdum.
Sarayda birbirine zıt iki aşk var: İbrahim ve Hatice’nin masum aşkı karşısında Kanuni ve Hürrem’in tutkusu. Hangisi daha gerçek?
- Bence ikisi de çok gerçekçi değil. Hayatta karşılığı yok. Mükemmel aşk, ikisinin karışımından çıkar. Yemek gibi… Yemeğe bir sürü şey katarsın, çok leziz bir şey çıkar. Aynen öyle.
Erkeğin iktidarı, kadının ona daha kolay âşık olmasını sağlar mı?
- Hürrem için öyle, ama benim için aşk öyle işlemez. Adamın ne yaptığına ya da yaptığı şeyde ne kadar başarılı olduğuna bakmam. Mutlu adamları severim, mutluluk çeker beni. İktidar sahibi olsa da, bundan etkilenmeyebilirim.
EVDE DOLMA YİYORDUK
Babanız Türk, anneniz Alman. Nasıl tanışmışlar?
- Üniversitenin koridorunda. Birbirlerini görmüşler ve… Aşk.
Babanız neden Almanya’daydı?
- Dedem Almanya’da çok uzun süre çalıştı. Babam da orada doğdu.
Evde az mı Türkçe konuşuluyordu?
- Biz çocukken babam Türkçe konuşuyordu; öğretmeye çalışıyordu. “Meryem bak, bu lampe yani lamba” derdi. Ama ben hep Almanca cevap verirdim. O yüzden sizi iyi anlıyorum, fakat konuşmam yeterli değil.
Oradayken Türkiye’yi takip ediyor muydunuz?
- Çocukluğumdan beri yalnızca Alman olmadığımın farkındaydım. Ev dışında çok Türkler’e özgü bir hayatım yoktu. Ama evde köfte, dolma, muhallebi yiyorduk. Annem babamdan öğrenip Türk yemekleri yapardı. Yılda bir kere de buraya gelirdik; büyükannem, halam ve kuzenlerim burada. Yazın Büyükada’ya giderdik. Burada kendimi Türk, orada Alman gibi hissediyordum. Ama büyüdükten sonra zamansızlıktan gelememeye başladım.
GAZETEDEKİLERİN ÇOĞU GERÇEK DEĞİL
Halit Ergenç’in eşi Bergüzar Korel’in, dizideki öpüşme sahnelerinden rahatsız olduğuna dair birçok haber yapıldı. Sonra bunların doğru olmadığı açıklandı. Alman basınında da böyle şeyler sık oluyor mu?
- Türkiye’de daha fazla. Anladım ki gazetede çıkanların çoğu gerçek değil. Türkçem iyi olmadığı için birçok şeyi anlamıyorum, ama özellikle bu olayda hiç söylenmemiş şeyleri de okuyabileceğimi anladım. Alışmam gerekiyor sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazıya Yorum yapın ( Anonim veya Ad Url yi Seçin)